Translate

Zeynep'le Hafta Sonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zeynep'le Hafta Sonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2013 Çarşamba

Ahmet ENES - Cennet /// SEVDİM KAÇ KERE BİLEMEMM...

Cennet Şarkısı Şarkı Sözü-Sözleri (Lyrics)

Hani fani bu hayat ümit bağlayamam 
olmadı diye oturup ağlayamam 
gönlü geniş olan sükutu öğrensin 
sevgimi yok yere ele bağlayamam 
gelir mi diye hayallere sığınamam... 
kemale eren kendinden versin 
Sevdim, kaç kere bilemem 
yaşadım, yok inkar edemem 
bıktım, senle baş edemem ben 
zaman öyle de geçiyor 
hayat böyle de bitiyor 
ama umudum cennetten 
Ben dalkavuk olanı hizaya getiremem 
sorma bana ben görünmezi göremem 
merak eden kendine yönelsin 
boş yere kimseyi oyalayıp üzemem 
geçici şeylere heves edip üzülemem 
fikrim, hevesimi alt etsin 
Sevdim, kaç kere bilemem
yaşadım, yok inkar edemem 
bıktım, senle baş edemem ben 
zaman öyle de geçiyor 
hayat böyle de bitiyor 
aman umudum cennetten 
Ben gözü görmeyene resim gösteremem 
değerimi bilmeze değeri öğretemem 
o önce, e haddini öğrensin 
biten sevgiye imrenip özenemem 
boş sözü duyup düstur edinemem 
eden, kendine ah etsin 
Bildim lakin söylemem 
gördüm ama izah edemem 
dünya, senle baş edemem ben 
zaman öyle de geçecek 
hayat böyle de bitecek 
e bitsin, umudum cennetten 
sevdim, kaç kere bilemem 
yaşadım, yok inkar edemem 
bıktım, senle baş edemem ben 
zaman öyle de geçiyor 
hayat böyle de bitiyor 
ama umudum cennetten





ABİYE DÜĞÜN GELİN SAÇ MODELLERİ - Modern Şık Özel Topuzlar

Bir Düğün Nişan oldumu başlıyorum acaba ne giysem;
ne renk denesem, modeli nasıl olsun...
Birde bu kadar abkıyorum alışverişe çıktığımda aradığımı bulamayınca evde halimi görün hüsran :(
Kimi zaman sağolsun terzilerim diktirmek en güzel çözüm oluyor
Ki ben misafir / nedime konumundayım
acaba genein yıldızı nasıl olmalı???

gelin için şık güzel ve bir o kadar gösterişli saç tasarım modellerini toplamanın zamanı geldiğide geçiyor diye düşündüm
en güzel siz olmalısınız o gece...
en ağır ....
en şık ....
ve bir o kadar da kuğu gibi süzülmek için saç çok önemli...

bunlar enfes ve zarif modern modeller tek kelime ile bayıldım....
ben bile 1 ayönceden saçımı bile nasıl yaptırayım diye dertlenmeye :))

Benim gibi olanlar parmak kaldırsın :P





























1 Ekim 2013 Salı

Hoş Geldin EKİM . . .

 
"Dinle! yavaşça Rüzgar artıyor,
ve hava; yaprakları ile artık daha vahşi
Bizim yaz akşamları anı oldu
Şimdi Ekim . "

Sohbaharı Sizin için bekliyordum!
Şimdi ılık yağmurlarda yürüyüş vakti... 
Sessiz olmasada yanlızlık hali 
Ekim
Hoşgeldin :)

Peki, nasıl nasıl bir ruh içindesin???



Bebeğinizin İlkleri .... DİKKAT! BEBEK VAR...

Ağzından çıkan ilk kelime, attığı ilk adım, ilk gülümsemesi, ilk dişi, ilk aşısı, ilk hasta oluşu… 

Hepsini hatırlıyorum bazen hepsini buraya resimleriyle not düşseydim diyorum...

Tüm bunların dışında da aslında bebeğiniz her gün bir sürü yeniliklerle tanışıyor. 

Takip ettiğim siteler arasında bebek.com var ve bu yazıyı çok faydalı buldum, beğeniler, sevgiler paylaştıkça çoğalır diyerek sizde okuyun istiyorum veee...
Paylaşıyorummmm . . .
1,5- 2 AY
GÜLÜMSEME
Anne ve babalar, bebeklerinin bilinçli ilk gülümsemelerini hatırlamada genellikle zorluk çekerler. Bu “sosyal gülüşler” güzel bir anın çok ötesinde, bebeğinizin beyninin ilgili bölümlerinin göz kaslarını kontrol edebilmeye başladığını dolayısıyla önemli bir gelişme kaydettiğini gösterir.

4-6 AY
KAHKAHA ATMA
Bu aylardan itibaren ses telleri üzerinde yeterli kontrole sahiptir ve insanların güldüğünü ya da kahkaha attığını duymaya başlar. Bir yaşına gelene kadar çeşitli şekillerde gülecek farklı sesler çıkaracaktır ancak sonrasında kahkaha tanıdık bir biçim alacaktır.

4-8 AY
AYAĞINI AĞZINA SOKMASI
Er ya da geç, büyük olasılıkla bebeğinizi, ayağı ağzında mutlu mutlu emerken bulacaksınız. Bilgi toplama yöntemi de eline aldığı her şeyi ağzına götürmekten geçer, buna ayağı da dahil. Bedeninin farkına varabilmesinin yanı sıra, ayağını emmek hoşuna da gider. Bu yüzden bebeğinizi bundan vazgeçirmeye çalışmayın çünkü bu aşama kendiliğinden sonlanacaktır. Bunu hiç yapmasa da endişelenmeyin, birçok bebek bunu yapmamaktadır.

4-6 AY
TÜKÜRÜK SAÇMASI
Bebekler “burr” sesi çıkarmaya ve dudaklarının birbirine çarptığını hissetmeye bayılırlar. Tükürükten başka bir şey olmuyor demeyin… Konuşmayı öğrenmenin bir yolu da budur. Çocuğunuz farklı şekillerde dudaklarını ve dilini kullanmayı öğreniyor. Er ya da geç, dilini de kullanmaya başlayacak ve buna bayılacak. Bebeğinizi dudaklarını ve dilini kullanarak diğer sesleri çıkarmaya da özendirin. Bunun için karşısında yüzünüzü şekilden şekilde sokup, garip sesler çıkarmanız yeterli.

8-10 AY
SAÇLARINI TARAMASI YA DA DİŞLERİNİ FIRÇALAMASI
Taklit, bebeğinizin çevresindeki dünyayı öğrenmesinde en büyük araçlarından biridir. Artık etrafındaki nesneleri tutabildiğine, elleriyle kavrayabildiğine göre, sizin kullandığınız eşyaları da kullanmak isteyecektir. İnce motor kabiliyetinin yeterince gelişmemiş olması, denemeler yapmasını önlemiyor. Siz saçınızı taradıktan sonra, eline tarağı alması ve kafasına götürmesi an meselesidir. Gözlerimizin kafamızda olmadığını kim iddia edebilir?

10-12 AY
BİR OYUNCAĞINI HEP YANINDA İSTEMESİ
Bebeklerin tamamı, kendilerini rahatlatan bir nesneye bağlılık geliştirir diye bir genelleme yapılamaz, ama bu aylarda bebeklerin çoğunluğunda bu görülüyor. Her dışarı çıktığınızda bir oyuncak ayıyı yanınızda taşımak zorunda kalabilirsiniz. Bebeğiniz bu aylarda pek çok şeyi öğreniyor; yürümek, sizden ayrılmak… Bazı zamanlarda kendini tehlikede hissedebilir, bu anları da tanıdık bildik ve sevgili bir ayıcık hemen geçirebilir. Bu oyuncağın yanında hissettiği rahatlık, sizin yanınızda olduğunu hissettirecektir. Böylelikle yeni şeyler deneyebilir.

10-12 AY
ÖPÜCÜKLER DAĞITMAK
Şimdiye kadar siz ona defalarca kez öpücük gönderdiniz ve şimdi sıra onda. Şimdiyse kontrolü o kadar yüksek ki, aynı anda hem ellerini ağzına götürüyor, hem dudakları ile eline öpücük konduruyor, hem de devamında o elini açıp, size doğru bir öpücük üflüyor.

12-15 AY
CEE – E OYNAMAK
Bebeğiniz bu kez oyuna gerçek anlamda katılıyor. Sadece sizi taklit etmekle kalmıyor, çoğu zaman oyunu başlatan kendisi oluyor. Çünkü “nesne sürekliliği” yerleşmiş konumda. Önceden bir şey görüş açısının dışına çıktığında, onun ortadan kaybolduğunu, gittiğini düşünüyordu. Şimdi, bir şey ani olarak ortadan kaybolduğunda, etrafına bakınmayı ve tamamen gitmemiş olma olasılığını biliyor. Ortadan kaybolup, ardından ce-e diye karşısına çıkmanız, ona büyük keyif verecektir.

13-15 AY
BACAKLARININ ARASINDAN BAKMAK
Neden çocuklar bazen ellerini yere koyup bacaklarını açar ve bacaklarının arasından arkaya doğru bakmaya çalışır? Yürüme becerisini tamamıyla edindikten sonra, dengede durmak onlar için daha da kolay olmaya başlar. Onlar için yeni ve zorlu becerileri denemek, çok ama çok keyiflidir. Dünyaya ters bir biçimde bakmak onların görsel gelişimlerini de geliştirir. Ve tabii ki tüm bunlardan önemlisi, böyle yapmak çok eğlencelidir!

14-16 AY
DANS ETMEK
Bebeğinizin tango ya da salsa beklemeyin elbette. Bol bol titrediği göz önüne alınırsa, bir miktar oryantale benzetilebilir. Onun stili daha çok ayaklarını yerden kımıldatmadan bedenini, hatta belki yalnızca başını sallamak şeklinde olacaktır. Her ne şekilde olursa olsun, hem gelişen motor becerilerini, hem de müziğin ritmine uyma becerisini sunmuş olur. Onu cesaretlendirmek için siz de onunla birlikte dans edin.

14 Eylül 2013 Cumartesi

Sebzeli Hindi Köftesi

 Jessica Albanın ev hanımı yönünün inceleyelim mi???
 ünlü olduğu kadar 2 çocuklu bir anne.
 O bir yıldız dünya çapında
ama annelik içi güdüsü ağır basmış ve çocuklar için zararsız, organik bezler, şampuanlar vb. gereçler satan bir işe de soyunmuş.
Bir televizyon programında çocuklarının organik beslenmesine dikkat ettiği kadar, onlara bizzat  kendisinin onlara yemek yaptığını  anlatan güzel yıldız bu arada  kendi usulünce "Sebzeli Hindi Köftesi" yaparak iyi bir aşcı olduğunu da göstermiş oldu.
Jessica Alba yemeklerini çoğunlukla çocuklarıyla beraber yaptıklarını da söyledi.
Çocukların çok seveceği  besleyici
 "Sebzeli Hindi Köftesi"
için gerekli malzemeler:
* 1kg. hindi kıyması
* 2 yumurta
* Soğan
* Havuç
* Kabak
* Ekmek içi yada galeta unu
* Kekik türü İtalyan baharatları
* Deniz tuzu
Sebzeleri minik minik doğrayıp yada rendeleyip tüm malzemeleri yoğurun.
Eşit büyüklükte yapmaya çalıştığınız  yuvarlak köfteleri zeytinyağı ile tavada ızgara yapın.
Tavadan aldığınız köftelerin üstüne tavuksuyu ya da hindi suyu döküp köftelere bu suyu emdirin.
Afiyet Olsun!...

10 Eylül 2013 Salı

CİLDİNİZ BU AKŞAM HARİKA GÖRÜNEBİLİR, NASIL MI?


YEDİĞİNİZ HANGİ GIDALAR CİLDİNİZİ BESLİYOR VE GÜZELLEŞTİRİYOR?


Dr. Nicholas Perricone’nin Kırışıklık Kürü kitabında kusursuz ve sağlıklı bir cilt için harika öneriler var. Özellikle bu bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Dr Perricone’ye göre güzel bir cilt için doğru beslenmek en önemli koşul. Kendisi sağlıklı ve hoş görünen bir cilde sahip olabilmemiz için neleri yememiz ve nasıl beslenmemiz gerektiğini açıklıyor. Örneğin akşam bir randevunuz var ya da özel bir geceye davetlisiniz. Maskeleri, bakımları bir kenara bırakın. Kozmetik yerine doğal beslenme yolu ile cildinize ışık katabilirsiniz. O gün sabahtan düzenleyeceğiniz beslenme programı ile akşam yeniden canlanan bir cilde sahip olabiliyorsunuz.

İşte yiyeceğiniz gıdalar ile anında güzelleşecek cildiniz için altın öneriler…


1)      Sabahtan akşama mükemmel bir cilt için ne yemeli?

Kahvaltı:
Bol miktarda küçük tanelilerin de dahil olduğu taze meyve salatası
Yumurtanın beyazından yapılan omlet

Öğle Yemeği:
Sıcak ya da soğuk, karışık sebze potpurisi: Brokoli, yeşil, kırmızı ve sarı dolma biberleri, fasülye. Sebzeleri seçtiğiniz otlarla tatlandırın. Zeytinyağı ile pişirin.
115-170 gram arası taze ızgara somon
Yeşil yapraklı salata, biraz zeytinyağı ve limon suyu ile
Yemek sonrasında taze kavun

2)      Yüz kurtaran yiyecekler nelerdir?
Akne sorununuz varsa: A vitamini ve beta karotenden yana zengin; kavun, ıspanak, brokoli gibi yiyecekler yiyin. İşlenmiş yiyeceklerden sakının.
Kuru cilt tipine sahipseniz: Temel yağ asitlerinden zengin yiyecekler yiyin; somon, taze ton balığı ve keten tohumu gibi…
Kızarıklıklar varsa; bol bol antioksidan bakımından zengin sebze ve meyve yiyin. Mesela brokoli ve Brüksel lahanası…

3)      Yeme eğiliminde değişiklik yapmanız için ne yapmalısınız?
Adım adım kademeli olarak beslenmenizi değiştirebilirsiniz. Her şey daha sağlıklı bir cilt için…
Biftek yerine somon bifteği yiyebilirsiniz.
Dondurma yerine az yağlı dondurulmuş yoğurt,
Kızarmış patetes yerine galeta unlu fırında balık ya da tavuk,
Hamburger yerine hindi burger,
Makarna yerine kabaklı spagetti,
Patates yerine kabak yiyebilirsiniz.

6 Eylül 2013 Cuma

Mucize Zayıflamanın Sırları! --- Şeyda COŞKUN


Malum Şeyda Coşkun diye bir ünlümüz var. 

Bu kişi herkesi kısa sürede zayıflatıyor. Hem de yürüye yürüye çok ciddi paralar kazanıyor.
Mesela geçen gün 40 km yürümüş.
"Bacakların cıbık gibi olacak yakında" dedim. O da bana "Görsen bayılırsın" dedi.
Aman aman maşallah ve tabii kazandığı paraya da Allah bereket versin.
Bacaklarında ve tabii kazandığında hiç gözümüz yok ama bu kadar kısa sürede insan zayıflatmak doğru mu? Sağlıklı mı?



 
Mesela Gülşen'e 2 ayda 12 kilo, Hadise'ye 50 günde 13 kilo zayıflatmıştı.  
Şimdi de Hacı Sabancı'ya 17 günde 10 kilo verdirmiş.
Maşallah maşallahta ne kadar sağlıklı.  
Ben iki senedir sürekli yazıyorum. Hatta demediğimi bırakmadı.
O hiç kimseyi takmıyor yürümesine, zayıflatmasına devam ediyor.
Hatta bana bi küçük gıcık kaptığını bile düşünmüyor değilim. Çünkü ben sürekli Şeyda'yı eleştiriyorum.
Ben de artık hem bu küslük bitsin hem de şu olayın detaylarını bir kendisine sorayım diye Şeyda'yı aradım.
"Anlat bana bu kadar kısa sürede nasıl zayıflatıyorsun insanları. İnsanların metobolizmalarıyla mı oynuyorsun" dedim.
Şeyda, "Bir deli kuyuya taş atıyor herkes o kuyunun başında. Kimse beni arayıp sormuyor" dedi.
Ben de "E soruyorum işte anlat. Sağlıklı mı?" dedim.
İşte Şeyda'dan satır satır notlar. Artık gerisine siz karar vereceksiniz...

Çünkü şimdi diyetisyenler şiddetli şekilde seslerini yükseltecekler söylediklerine:  

-Ben az kilo verdirtmiyorum, diğerleri az kilo verdirtiyor. Hep aynı peynir, hep aynı yemek. İnsanlar sıkılıyor. Ayda 4 kilo vermek çok az.
-Bir insana ayda 4 kilo verdiren kişi doğru neden ben ayda 10 kilo verdirince size saçma geliyorum.
-4 kilo az diyen ülke benim 10 kiloma fazla diyor.
-Öncelikle insanlarımızın büyük ödemleri var. Ben önce bu ödemleri yok ettiriyorum. Hacı'dan çok ödem sorunu vardı.
-Hacı ile her gün iki kere yürüyoruz. Gün de 3 saat spor yapıyoruz.
-Ben hem diyeti hem sporu buluşturdum. O yüzden de "Bunu daha önce ben neden düşünemedim diye" çıldırıyorlar.
-Hacı dün çorba günüydü. Her türlü besini aldı. Dün 700 gr verdi. Şimdi o sizin okuduğunuz kilodan daha fazlası gitti.
-80 kilo üzerinde bir kadın ayda 9-10, 100 kilo üzeri bir erkek ayda 12-15 kilo rahat verir.  
-Ben her gün 15 km yürüyorum. Ama dün 40 km yürüdüm. En uzun yürüyüştü.
-Gülben Ergen bana "Üzerimdeki ağırlığı aldın" diyor.  
-Benim için herkes aynı. Gereksiz pohpohlama yapmam. Gülben'miş, Gülşen'miş, Hacı'ymış fark etmez. 
-Herkes aynı parayı öder. Herkes aynı muameleyi alır. Herkesle ayrı ayrı ilgileniyorum.
-Ben onların bedenini kendi bedenim gibi görüyorum. Onların bedenlerinin içine giriyorum.
-Hayatlarında aşkı, sevgiyi her şeyi yemenin yerine koyanlar var. Hayatındaki sevgili, aile, arkadaş boşluğunu yemekle dolduranlar var.
-Ben mutsuz olduğum zaman yürüyorum, bacaklarımı görsen bayılırsın.  
-Magazin gazetelerini müşterilerimi takip etmek için okuyorum....
ESİN ÖVET / HT MAGAZİN








































22 Ağustos 2013 Perşembe

5'ten 7'ye --- Çiftlerin özel hayatı olur mu?

İki kişinin paylaştığı bir özel hayat değil kastettiğim. 
Kişilerin tek tek kendilerine ait hayatlardan, gizli bahçelerden, Fransızlar'ın akşamüstü saat beş ile yedi arasına koydukları serbest saatlerden söz ediyorum. 
Konu ilişkilerse kadınların soruları bitmez. O zaman bir soru daha soruyorum: 
Neden bazılarımız gizli bahçelerini koruma konusunda diğerlerinden daha mahir?
Zeynep Güven yazdı




























Yönetmen François Ozon’un Potiche (Kadın İsterse) filmi, kadının özgürleşmesi üzerine tatlı bir komedi. 
Ben izlerken başka bir şeye, filmdeki evli karakterlerin evlilik dışı ilişkilerine ve bu ilişkileri yaşayış biçimlerine takıldım. 
Kendisi de kaba saba bir adam olan şemsiye fabrikası sahibi Robert Pujol’ün, sekreteriyle olan ilişkisi çok da incelikli ya da ilginç değildi. 
Ama Catherine Deneuve’un canlandırdığı orta yaşlı Suzanne Pujol bir yerde dikkatimi çeken bir şey söyledi:


“Evet, geçmişte benim de birtakım maceralarım oldu. Ama bu ilişkileri mümkün olduğunca kısa ve gizli tutmak için elimden geleni yaptım.” Suzanne’in sesinde en ufak bir suçluluk duygusu ya da pişmanlık yoktu. 
 Evli bir kadın olarak, evlilik dışı ilişki yaşamanın tek raconu, kaçamağı gizli tutmak ve uzatmamakmış, o da bu konuda gereken maksimum özeni göstererek üstüne düşeni fazlasıyla yapmış gibi doğal ve huzurluydu. Hatta, filmin devamında Suzanne, çocuklarından birinin kocasından olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Kavga gürültü koptu haliyle ama kan gövdeyi de götürmedi. Koca da dahil kimse için dünyanın sonu gelmedi. Potiche bir komedi filmi, hatta vodvil. 
Elbette karakterler abartılmış, karikatürize edilmiş. Gerçek hayat bu kadar renkli ve hafif değil. 
Yine de filmdeki, ihanet de dahil her türlü ilişki faulünü daha hafif yaşama hali beni de hafifletti ve hafif hafif düşünmeye başladım...

Çiftlerin özel hayatları olur mu? Paylaşılan değil, ayrı ayrı yaşanan özel hayatlardan söz ediyorum. İlle de üçüncü kişilerin olması gerekmiyor. Kişinin kendini yaşadığı, kocasından, karısından, sevgilisinden bağımsız var olduğu anları, alanları kastediyorum. 
Telefon mesajlarını, e-postaları kurcalamamaktan, dün gece kimin kiminle nerede ne yaptığını fazla kurcalamamaya kadar uzanan hayli geniş bir spektrumdan bahsediyorum.

Özgürlük, hovardalık, çapkınlık
Kocamın e-posta şifresini benden saklamasına bozulurmuş gibi yapıyorum ama böyle davrandığı için içten içe mutlu oluyorum. İki sebeple. Birincisi, onun benden ayrı bir özel hayat talebinin olması hoşuma gidiyor. Bu, benim gözümde onu daha kişilikli yapıyor. 
İkincisi, bu tavrı bana da kendime ait bir özel alan açma hakkını tanıyor. Yaşasın eşitlik! 
Yaşasın özgürlük! Hatta konumuz bu değil ama, yeri geldi, yaşasın kardeşlik! 
Evet, Fransızlar da “Yaşasın Özgürlük!” demişlerdi. Üstelik Fransız Devrimi’nden bile önce. 
Devrim son noktaydı, uzun özgürlük cümlesi ondan önce yazıldı. Fransız kültürüne aşina olanlar, “libertinage” kavramını bilir. Sözlükten bakarsanız, bu kelime “kötü yol” “çapkınlık” “hovardalık” “sefahat” anlamlarına gelir. Ama kökleri ve ifade ettikleri daha derindir. 
Toplumun, dinin kurallarını takmamayı, dünya zevklerinden payına düşeni almayı, üstelik bunları hiç suçluluk duymadan yapmayı benimseyen bir anlayış. 
Libertin’lerin en ünlüsü ise sadizm-mazoşizmin isim babası Marquis de Sade. 
İşte, 17-19. yüzyıllar arasında özellikle Fransa’yı etkileyen libertinage; hedonizmi (hazcılığı) toplumun DNA’larına işledi.

İlişkilerde Fransız farkı
Uzun yıllar Fransa’da yaşayan Mine Kırıkkanat, geçenlerde bir televizyon kanalında, şimdi bir Amerikan hapishanesinde cinsel taciz suçundan yargılanmayı bekleyen eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’la ilgili konuşurken, söz döndü dolaştı, kadın-erkek ilişkilerinde Fransız farkına geldi. Şöyle diyordu Kırıkkanat: 
 “Fransa’da seks o kadar kişisel bir meseledir ki, ne toplum karışır ne de hukuk. Fransızlar belden aşağı vurmazlar. Orada seks kasetiniz çıkmaz. Orada aldatma bir boşanma sebebi değildir. Karım/kocam beni aldatıyor diye mahkemeye gidemezsiniz. En fazla karınızla/ kocanızla kavga edersiniz. 
Bu yüzden, orada bir cumhurbaşkanının evlilik dışı bir ilişkiden çocuğu olduğu bilinir ama bu gazetelere konu olmaz...”

Fransa’da yaşayan ve 20 yıldır bir Fransız’la evli olan yazar Sedef Ecer’den, her iki toplumu da bilen biri olarak bir karşılaştırma yapmasını istedim: 
“Türkiye’de ilişkilerde sahiplenme çok daha fazla. Yalnızca romantik ilişkilerde değil, anne-çocuk ilişkilerinde de öyle. Fransa’da evli ya da bekar, insanların kendilerine ait gizli bahçeleri var. 
Ama gizli bahçe ille de üçüncü kişiler anlamına gelmiyor. Farklı arkadaşlar, ayrı ayrı geçirilen zamanlar, bu zamanların tadını suçluluk duymadan çıkarma anlamına geliyor. Hayatın tadını çıkartmayı seven bir toplum Fransızlar. Hem kadın hem de erkek bu anlamda kendini özgür hissediyor.”

E-posta, telefon karıştırma işini Sedef ’e de soruyorum ve çok ilginç bir cevap alıyorum: 
“Kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz. Çünkü bunların arasında görmek, bilmek istemeyeceği şeyler bulmaktan korkar. Hayatımda, ona tercih edeceğim biri varsa, zaten bunu söyleyeceğimi bilir. Önemsiz bir şeyi de bilmemeyi tercih eder.” Sedef’in cevabı ilginç, çünkü “kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz...” cümlesi şöyle de devam edebilirdi: 
Çünkü bana yüzde yüz güvenir! 
“Yüzde yüz güven olur mu hiç” diye itiraz ediyor Sedef. Yirmi yıllık evlilikte bir de yüzde yüz güven varsa, o kadının ya da adamın evdeki mobilyadan bir farkı kalmaz. Fazla güven romantizme zarar verir.”

Aynı şeyi, pop filozof Alain de Botton’a da sordum ve kendisine bir kez daha hayran oldum. Bu kez fikirleri yüzünden değil, sorularıma 24 saatten kısa bir sürede cevap verdiği için! Botton’un karısı da kocasının e-postalarını karıştırmıyormuş. “Birbirimizin sınırlarına çok saygılıyız. Bir miktar mahremiyetin, hatta gizemin, paylaşmak istediklerimiz konusunda bizi daha hevesli yaptığını biliyoruz” diyor, Alain de Botton sınırlarını anlatırken. Ona göre gizli bahçeler bir ilişkiye zarar değil tam tersine yarar getiriyor: 
“Başka insanların ilgimizi çekmesinin bir sebebi de, bizden farklı olmalarıdır. Ayrı zamanlar geçirip farklı şeylerle uğraşacağız ki, birbirimize gösterecek yenilikler olsun.” Onu bulmuşken tavsiye istemeyi de ihmal etmedim. Hem çift olarak kalıp hem kendi özelimizi koruma konusunda bize ne önerirsiniz, diye sordum. Kuralları baştan koymamızı söylüyor: 
 “İlişkinin en başında ne kadar özel alan istediğinizi açıkça ortaya koyun. Böyle bir deklerasyon için ilk buluşma bile erken sayılmaz. Böylece karşınızdaki sizin bu isteğinizi kişisel almaz. Bu isteğinizin, onu az sevmenizden değil, kendi özgürlüğünüze düşkün olmanızdan kaynaklandığını bilir.”

Aslında Alain de Botton da bu işlerin çok kolay olmadığını biliyor. 
Bilmese, “sizce boşanmalar neden bu kadar arttı” sorusuna, “beni asıl şaşırtan, insanların boşanmaları değil, neden hâlâ evlenmeye devam ettikleri” diye cevap vermezdi. Çift olmakla kendi özelini korumak arasındaki hassas dengede mükemmel bir formül olmadığını söylüyor: 
 “Evlilik dediğimiz şey, seks yapma, yakın olma ve aile kurma ihtiyaçlarından doğuyor. Bu üçünün aynı insanda, hem de uzun süreli olarak bulunması hiç kolay değil. Mesela, kaçamaklarla seks arzumuzu doyurabiliriz ama aileye ve yakınlığa zarar veririz.”

Fransızlar “cinq a sept” diyor. Tam tercümesi, beşten yediye. 5’te işten çıkıyorlar, akşam saat 7’ye kadar sosyalleşiyor, arkadaşlarıyla buluşuyor, güzel bir şarabın ya da sosyal flörtün tadını çıkarıyorlar. Eskiden, evli Fransız erkekleri “metres”leriyle buluşmak için akşam üstü 5 ile 7 arasını tercih ederlermiş. İşten sonra, aileyle yenen akşam yemeğinden önce. 
Zinanın suç, aldatmanın boşanma sebebi olmaktan çıktığı bugünün Fransa’sında “metres” kavramına yer yok. Ama 5’ten 7’ye geleneği devam ediyor. Fransızlar belki de bu yüzden çalışma saatlerinin artmasını istemiyor!
Fotoğraf: Pamela Hanson
Temmuz 2011

 

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Çocuklarla Sohbet Edin... İletişimden Uzak Bir Gençlik Büyüyor...


Akatlar’da yürüyordum; kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:
“Oğlum dersleri tamamen bıraktı; ne söylesem hiç fayda etmiyor.
Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor.
Ne yapacağımı şaşırdım,
Hocam ne yapalım?”

“Sohbet ediyor musunuz?”
“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”

“Kaç yaşında?”
“On yedi yaşında.”

“Mesela ne diyorsunuz?”
“Sınavların yaklaştığını söylüyorum; derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum; böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”

“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”
“Evet.”
“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.”

“Valla bilmem; biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”
“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”

Kadın haklı olarak “neden bahsediyorsunuz,” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
İçim burkuldu. Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.
***

Öğrencileri ve anababaları birlikte çağırdım. Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte anababalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.
“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. Selim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.

“Adın ne?”
“Selim.”
“Kaç yaşındasın?”
“On iki.”

“Bugün ayın kaçı?”
“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)

“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”
Anladığını belirtmek için başını salladı.

“Lütfen gözünü aç.”
Selim, gözünü açtı.
“Bugünün tarihini söyler misin?”
“24 Aralık 2028.”

“Kaç yaşındasın?”
“Otuz iki.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“İç mimarlık.”

Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
“Nerede çalışıyorsun?”
“New York, Manhattan’da.”
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.

“Evli misin?”
“Hayır.”
“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”
“Kızların hepsi evlendi.”
Gülüşmeler..

“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”
“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. Katında.”
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. Katta indik.
“Burası ‘home office,’” dedi.

İçeri girdikten sonra açıkladı:
“Dubleks daire: aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”
“Selim, salonda neler var?”
“Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var; komodin var, sehpalar var.”
“Duvarlarda ne var?”
“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”
“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”
“Annem ar, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim var, ablam var, ben varım.”
“En küçük sen misin?”
“Evet.”
“Selim, bu fotğrafa baktığında, içinde ‘keşke!” duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”
Hiç beklemeden “Evet,” dedi.

“Haydi, anlat bize,” dedim.
“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu; çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu.”

Baba’ya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

Selim’e teşekkür ettim. Ve sordum:
“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”
“Hayır!”

“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”
“Olanla ilgili olarak konuştuk.”

“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”
“Yeniden konuşmak isterim; sohbetimizden zevk aldım.”
***

Sohbet özel türden bir konuşma, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.

Korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Türkiye’nin aydınlık geleceğinde anababaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.

Doğan Cüceloğlu

24 Haziran 2013 Pazartesi

16. İSMEK SERGİSİ 8 - 22 Haziran Yer:FESHANE EYÜP

Her yıl büyük bir şölen ve binlerce kursiyerin emeğiyle hazırlanan büyük sergiyi ziyaret ettim ki hepinize bu görsel zenginliği mutlaka öneriyorum.
Mesela şu yandaki kapının farklılığına ve zerafetine bakın.

Maşallah çok Ne kadar marifetli ne kadar becerikli ve hevesli arkadaşlarımız var, tekrar tekrar tebrik ediyorum.

Bu sıcak günlerde serin serin gezeceğiniz hoş bir ortam, kültürel etkinlik... Yeterince vaktim olmamasına rağmen aldığım lezzeti size anlatamam.


Boş zamanımı nasıl değerlendirebilirim diye düşünü-yorsanız, bu kurslar bir alternatif olabilir. 

Her yerde karşınıza çıkabilecek nakış, takı tasarımı, pastacılık, bilgisayar, yabancı dil, müzik gibi kurslar dışında bahçecilik, trikotaj, kaat-ı sanatı, ebru, üç boyutlu şekillendirme, gravür, mozaik, sedef kakma, filografi gibi kurslar da verilmekte. 

Hemde ücretsiz zamanı kıymetli kılıp, kendinizi zenginleştirmek tamamen ÜCRETSİZ.

El işleri, kurdela nakışı, iğne oyası, pasta tasarım, osmanlı mutfağı, mefruşat, kişisel gelişim, muhasebe, bilgisayar, İngilizce'den tutun takı tasarımı ve Türk İslam Sanatlarına kadar (Tezhip-Minyatür-Hat-Ebru-Kat'ı v.b) say say bitmiyor ilginize göre resimler çekebilirsiniz.

İSMEK kursiyerlerinin bir yıl boyunca ürettiği binlerce eser, 08 Haziran Cumartesi günü düzenlenecek büyük bir organizasyonda İstanbullularla buluşmuştu.

 Sergi hakkında ayrıntılı bilgi almak ve etkinlik programını buradan görebilirsiniz.



 

Branş isimlerini Türkçe'ye çevirmişler, 
mesela Rölyef, "Üç Boyutlu Şekillendirme" olmuş.
Mefruşat, "Çeyiz Ürünleri Hazırlama" olmuş.
konuşmak yerine resimlerimi sergiliyorum,

Sevgilerimle...



Benzer Yazılarım

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...♥ Zeynep'le Güne Merhaba ♥...

'Ve sen yine denendiginde
ve yine kalbin daraldiginda
ve yine bütün kapilar yüzüne kapandiginda
ve yine ne yapman gerektigini bilemediginde
Uzun uzun düsünve hatirla Yaradanini!
Allah kuluna kâfi degil mi?
(Zümer/36)

Konumuz Ne olsun :)