Kişilerin tek tek kendilerine ait
hayatlardan, gizli bahçelerden, Fransızlar'ın akşamüstü saat beş ile
yedi arasına koydukları serbest saatlerden söz ediyorum.
Konu
ilişkilerse kadınların soruları bitmez. O zaman bir soru daha soruyorum:
Neden bazılarımız gizli bahçelerini koruma konusunda diğerlerinden daha
mahir?
Zeynep Güven yazdı
Yönetmen François Ozon’un Potiche (Kadın İsterse) filmi, kadının
özgürleşmesi üzerine tatlı bir komedi.
Ben izlerken başka bir şeye,
filmdeki evli karakterlerin evlilik dışı ilişkilerine ve bu ilişkileri
yaşayış biçimlerine takıldım.
Kendisi de kaba saba bir adam olan şemsiye
fabrikası sahibi Robert Pujol’ün, sekreteriyle olan ilişkisi çok da
incelikli ya da ilginç değildi.
Ama Catherine Deneuve’un canlandırdığı
orta yaşlı Suzanne Pujol bir yerde dikkatimi çeken bir şey söyledi:
“Evet, geçmişte benim de birtakım maceralarım oldu. Ama bu ilişkileri
mümkün olduğunca kısa ve gizli tutmak için elimden geleni yaptım.”
Suzanne’in sesinde en ufak bir suçluluk duygusu ya da pişmanlık yoktu.
Evli bir kadın olarak, evlilik dışı ilişki yaşamanın tek raconu,
kaçamağı gizli tutmak ve uzatmamakmış, o da bu konuda gereken maksimum
özeni göstererek üstüne düşeni fazlasıyla yapmış gibi doğal ve
huzurluydu. Hatta, filmin devamında Suzanne, çocuklarından birinin
kocasından olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Kavga gürültü koptu
haliyle ama kan gövdeyi de götürmedi. Koca da dahil kimse için dünyanın
sonu gelmedi. Potiche bir komedi filmi, hatta vodvil.
Elbette
karakterler abartılmış, karikatürize edilmiş. Gerçek hayat bu kadar
renkli ve hafif değil.
Yine de filmdeki, ihanet de dahil her türlü
ilişki faulünü daha hafif yaşama hali beni de hafifletti ve hafif hafif
düşünmeye başladım...
Çiftlerin özel hayatları olur mu? Paylaşılan değil, ayrı ayrı yaşanan
özel hayatlardan söz ediyorum. İlle de üçüncü kişilerin olması
gerekmiyor. Kişinin kendini yaşadığı, kocasından, karısından,
sevgilisinden bağımsız var olduğu anları, alanları kastediyorum.
Telefon
mesajlarını, e-postaları kurcalamamaktan, dün gece kimin kiminle nerede
ne yaptığını fazla kurcalamamaya kadar uzanan hayli geniş bir
spektrumdan bahsediyorum.
Özgürlük, hovardalık, çapkınlık
Kocamın e-posta şifresini benden saklamasına bozulurmuş gibi yapıyorum
ama böyle davrandığı için içten içe mutlu oluyorum. İki sebeple.
Birincisi, onun benden ayrı bir özel hayat talebinin olması hoşuma
gidiyor. Bu, benim gözümde onu daha kişilikli yapıyor.
İkincisi, bu
tavrı bana da kendime ait bir özel alan açma hakkını tanıyor. Yaşasın
eşitlik!
Yaşasın özgürlük! Hatta konumuz bu değil ama, yeri geldi,
yaşasın kardeşlik!
Evet, Fransızlar da “Yaşasın Özgürlük!” demişlerdi.
Üstelik Fransız Devrimi’nden bile önce.
Devrim son noktaydı, uzun
özgürlük cümlesi ondan önce yazıldı. Fransız kültürüne aşina olanlar,
“libertinage” kavramını bilir. Sözlükten bakarsanız, bu kelime “kötü
yol” “çapkınlık” “hovardalık” “sefahat” anlamlarına gelir. Ama kökleri
ve ifade ettikleri daha derindir.
Toplumun, dinin kurallarını takmamayı,
dünya zevklerinden payına düşeni almayı, üstelik bunları hiç suçluluk
duymadan yapmayı benimseyen bir anlayış.
Libertin’lerin en ünlüsü ise
sadizm-mazoşizmin isim babası Marquis de Sade.
İşte, 17-19. yüzyıllar
arasında özellikle Fransa’yı etkileyen libertinage; hedonizmi
(hazcılığı) toplumun DNA’larına işledi.
İlişkilerde Fransız farkı
Uzun yıllar Fransa’da yaşayan Mine Kırıkkanat, geçenlerde bir
televizyon kanalında, şimdi bir Amerikan hapishanesinde cinsel taciz
suçundan yargılanmayı bekleyen eski IMF Başkanı Dominique
Strauss-Kahn’la ilgili konuşurken, söz döndü dolaştı, kadın-erkek
ilişkilerinde Fransız farkına geldi. Şöyle diyordu Kırıkkanat:
“Fransa’da seks o kadar kişisel bir meseledir ki, ne toplum karışır ne
de hukuk. Fransızlar belden aşağı vurmazlar. Orada seks kasetiniz
çıkmaz. Orada aldatma bir boşanma sebebi değildir. Karım/kocam beni
aldatıyor diye mahkemeye gidemezsiniz. En fazla karınızla/ kocanızla
kavga edersiniz.
Bu yüzden, orada bir cumhurbaşkanının evlilik dışı bir
ilişkiden çocuğu olduğu bilinir ama bu gazetelere konu olmaz...”
Fransa’da yaşayan ve 20 yıldır bir Fransız’la evli olan yazar Sedef
Ecer’den, her iki toplumu da bilen biri olarak bir karşılaştırma
yapmasını istedim:
“Türkiye’de ilişkilerde sahiplenme çok daha fazla.
Yalnızca romantik ilişkilerde değil, anne-çocuk ilişkilerinde de öyle.
Fransa’da evli ya da bekar, insanların kendilerine ait gizli bahçeleri
var.
Ama gizli bahçe ille de üçüncü kişiler anlamına gelmiyor. Farklı
arkadaşlar, ayrı ayrı geçirilen zamanlar, bu zamanların tadını suçluluk
duymadan çıkarma anlamına geliyor. Hayatın tadını çıkartmayı seven bir
toplum Fransızlar. Hem kadın hem de erkek bu anlamda kendini özgür
hissediyor.”
E-posta, telefon karıştırma işini Sedef ’e de soruyorum ve çok ilginç
bir cevap alıyorum:
“Kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz. Çünkü
bunların arasında görmek, bilmek istemeyeceği şeyler bulmaktan korkar.
Hayatımda, ona tercih edeceğim biri varsa, zaten bunu söyleyeceğimi
bilir. Önemsiz bir şeyi de bilmemeyi tercih eder.” Sedef’in cevabı
ilginç, çünkü “kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz...” cümlesi şöyle de
devam edebilirdi:
Çünkü bana yüzde yüz güvenir!
“Yüzde yüz güven olur
mu hiç” diye itiraz ediyor Sedef. Yirmi yıllık evlilikte bir de yüzde
yüz güven varsa, o kadının ya da adamın evdeki mobilyadan bir farkı
kalmaz. Fazla güven romantizme zarar verir.”
Aynı şeyi, pop filozof Alain de Botton’a da sordum ve kendisine bir kez
daha hayran oldum. Bu kez fikirleri yüzünden değil, sorularıma 24
saatten kısa bir sürede cevap verdiği için! Botton’un karısı da
kocasının e-postalarını karıştırmıyormuş. “Birbirimizin sınırlarına çok
saygılıyız. Bir miktar mahremiyetin, hatta gizemin, paylaşmak
istediklerimiz konusunda bizi daha hevesli yaptığını biliyoruz” diyor,
Alain de Botton sınırlarını anlatırken. Ona göre gizli bahçeler bir
ilişkiye zarar değil tam tersine yarar getiriyor:
“Başka insanların
ilgimizi çekmesinin bir sebebi de, bizden farklı olmalarıdır. Ayrı
zamanlar geçirip farklı şeylerle uğraşacağız ki, birbirimize gösterecek
yenilikler olsun.” Onu bulmuşken tavsiye istemeyi de ihmal etmedim. Hem
çift olarak kalıp hem kendi özelimizi koruma konusunda bize ne
önerirsiniz, diye sordum. Kuralları baştan koymamızı söylüyor:
“İlişkinin en başında ne kadar özel alan istediğinizi açıkça ortaya
koyun. Böyle bir deklerasyon için ilk buluşma bile erken sayılmaz.
Böylece karşınızdaki sizin bu isteğinizi kişisel almaz. Bu isteğinizin,
onu az sevmenizden değil, kendi özgürlüğünüze düşkün olmanızdan
kaynaklandığını bilir.”
Aslında Alain de Botton da bu işlerin çok kolay olmadığını biliyor.
Bilmese, “sizce boşanmalar neden bu kadar arttı” sorusuna, “beni asıl
şaşırtan, insanların boşanmaları değil, neden hâlâ evlenmeye devam
ettikleri” diye cevap vermezdi. Çift olmakla kendi özelini korumak
arasındaki hassas dengede mükemmel bir formül olmadığını söylüyor:
“Evlilik dediğimiz şey, seks yapma, yakın olma ve aile kurma
ihtiyaçlarından doğuyor. Bu üçünün aynı insanda, hem de uzun süreli
olarak bulunması hiç kolay değil. Mesela, kaçamaklarla seks arzumuzu
doyurabiliriz ama aileye ve yakınlığa zarar veririz.”
Fransızlar “cinq a sept” diyor. Tam tercümesi, beşten yediye. 5’te
işten çıkıyorlar, akşam saat 7’ye kadar sosyalleşiyor, arkadaşlarıyla
buluşuyor, güzel bir şarabın ya da sosyal flörtün tadını çıkarıyorlar.
Eskiden, evli Fransız erkekleri “metres”leriyle buluşmak için akşam üstü
5 ile 7 arasını tercih ederlermiş. İşten sonra, aileyle yenen akşam
yemeğinden önce.
Zinanın suç, aldatmanın boşanma sebebi olmaktan çıktığı
bugünün Fransa’sında “metres” kavramına yer yok. Ama 5’ten 7’ye
geleneği devam ediyor. Fransızlar belki de bu yüzden çalışma saatlerinin
artmasını istemiyor!
Fotoğraf: Pamela Hanson
Temmuz 2011