Translate

itiraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
itiraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2013 Salı

Hoş Geldin EKİM . . .

 
"Dinle! yavaşça Rüzgar artıyor,
ve hava; yaprakları ile artık daha vahşi
Bizim yaz akşamları anı oldu
Şimdi Ekim . "

Sohbaharı Sizin için bekliyordum!
Şimdi ılık yağmurlarda yürüyüş vakti... 
Sessiz olmasada yanlızlık hali 
Ekim
Hoşgeldin :)

Peki, nasıl nasıl bir ruh içindesin???



22 Ağustos 2013 Perşembe

5'ten 7'ye --- Çiftlerin özel hayatı olur mu?

İki kişinin paylaştığı bir özel hayat değil kastettiğim. 
Kişilerin tek tek kendilerine ait hayatlardan, gizli bahçelerden, Fransızlar'ın akşamüstü saat beş ile yedi arasına koydukları serbest saatlerden söz ediyorum. 
Konu ilişkilerse kadınların soruları bitmez. O zaman bir soru daha soruyorum: 
Neden bazılarımız gizli bahçelerini koruma konusunda diğerlerinden daha mahir?
Zeynep Güven yazdı




























Yönetmen François Ozon’un Potiche (Kadın İsterse) filmi, kadının özgürleşmesi üzerine tatlı bir komedi. 
Ben izlerken başka bir şeye, filmdeki evli karakterlerin evlilik dışı ilişkilerine ve bu ilişkileri yaşayış biçimlerine takıldım. 
Kendisi de kaba saba bir adam olan şemsiye fabrikası sahibi Robert Pujol’ün, sekreteriyle olan ilişkisi çok da incelikli ya da ilginç değildi. 
Ama Catherine Deneuve’un canlandırdığı orta yaşlı Suzanne Pujol bir yerde dikkatimi çeken bir şey söyledi:


“Evet, geçmişte benim de birtakım maceralarım oldu. Ama bu ilişkileri mümkün olduğunca kısa ve gizli tutmak için elimden geleni yaptım.” Suzanne’in sesinde en ufak bir suçluluk duygusu ya da pişmanlık yoktu. 
 Evli bir kadın olarak, evlilik dışı ilişki yaşamanın tek raconu, kaçamağı gizli tutmak ve uzatmamakmış, o da bu konuda gereken maksimum özeni göstererek üstüne düşeni fazlasıyla yapmış gibi doğal ve huzurluydu. Hatta, filmin devamında Suzanne, çocuklarından birinin kocasından olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Kavga gürültü koptu haliyle ama kan gövdeyi de götürmedi. Koca da dahil kimse için dünyanın sonu gelmedi. Potiche bir komedi filmi, hatta vodvil. 
Elbette karakterler abartılmış, karikatürize edilmiş. Gerçek hayat bu kadar renkli ve hafif değil. 
Yine de filmdeki, ihanet de dahil her türlü ilişki faulünü daha hafif yaşama hali beni de hafifletti ve hafif hafif düşünmeye başladım...

Çiftlerin özel hayatları olur mu? Paylaşılan değil, ayrı ayrı yaşanan özel hayatlardan söz ediyorum. İlle de üçüncü kişilerin olması gerekmiyor. Kişinin kendini yaşadığı, kocasından, karısından, sevgilisinden bağımsız var olduğu anları, alanları kastediyorum. 
Telefon mesajlarını, e-postaları kurcalamamaktan, dün gece kimin kiminle nerede ne yaptığını fazla kurcalamamaya kadar uzanan hayli geniş bir spektrumdan bahsediyorum.

Özgürlük, hovardalık, çapkınlık
Kocamın e-posta şifresini benden saklamasına bozulurmuş gibi yapıyorum ama böyle davrandığı için içten içe mutlu oluyorum. İki sebeple. Birincisi, onun benden ayrı bir özel hayat talebinin olması hoşuma gidiyor. Bu, benim gözümde onu daha kişilikli yapıyor. 
İkincisi, bu tavrı bana da kendime ait bir özel alan açma hakkını tanıyor. Yaşasın eşitlik! 
Yaşasın özgürlük! Hatta konumuz bu değil ama, yeri geldi, yaşasın kardeşlik! 
Evet, Fransızlar da “Yaşasın Özgürlük!” demişlerdi. Üstelik Fransız Devrimi’nden bile önce. 
Devrim son noktaydı, uzun özgürlük cümlesi ondan önce yazıldı. Fransız kültürüne aşina olanlar, “libertinage” kavramını bilir. Sözlükten bakarsanız, bu kelime “kötü yol” “çapkınlık” “hovardalık” “sefahat” anlamlarına gelir. Ama kökleri ve ifade ettikleri daha derindir. 
Toplumun, dinin kurallarını takmamayı, dünya zevklerinden payına düşeni almayı, üstelik bunları hiç suçluluk duymadan yapmayı benimseyen bir anlayış. 
Libertin’lerin en ünlüsü ise sadizm-mazoşizmin isim babası Marquis de Sade. 
İşte, 17-19. yüzyıllar arasında özellikle Fransa’yı etkileyen libertinage; hedonizmi (hazcılığı) toplumun DNA’larına işledi.

İlişkilerde Fransız farkı
Uzun yıllar Fransa’da yaşayan Mine Kırıkkanat, geçenlerde bir televizyon kanalında, şimdi bir Amerikan hapishanesinde cinsel taciz suçundan yargılanmayı bekleyen eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’la ilgili konuşurken, söz döndü dolaştı, kadın-erkek ilişkilerinde Fransız farkına geldi. Şöyle diyordu Kırıkkanat: 
 “Fransa’da seks o kadar kişisel bir meseledir ki, ne toplum karışır ne de hukuk. Fransızlar belden aşağı vurmazlar. Orada seks kasetiniz çıkmaz. Orada aldatma bir boşanma sebebi değildir. Karım/kocam beni aldatıyor diye mahkemeye gidemezsiniz. En fazla karınızla/ kocanızla kavga edersiniz. 
Bu yüzden, orada bir cumhurbaşkanının evlilik dışı bir ilişkiden çocuğu olduğu bilinir ama bu gazetelere konu olmaz...”

Fransa’da yaşayan ve 20 yıldır bir Fransız’la evli olan yazar Sedef Ecer’den, her iki toplumu da bilen biri olarak bir karşılaştırma yapmasını istedim: 
“Türkiye’de ilişkilerde sahiplenme çok daha fazla. Yalnızca romantik ilişkilerde değil, anne-çocuk ilişkilerinde de öyle. Fransa’da evli ya da bekar, insanların kendilerine ait gizli bahçeleri var. 
Ama gizli bahçe ille de üçüncü kişiler anlamına gelmiyor. Farklı arkadaşlar, ayrı ayrı geçirilen zamanlar, bu zamanların tadını suçluluk duymadan çıkarma anlamına geliyor. Hayatın tadını çıkartmayı seven bir toplum Fransızlar. Hem kadın hem de erkek bu anlamda kendini özgür hissediyor.”

E-posta, telefon karıştırma işini Sedef ’e de soruyorum ve çok ilginç bir cevap alıyorum: 
“Kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz. Çünkü bunların arasında görmek, bilmek istemeyeceği şeyler bulmaktan korkar. Hayatımda, ona tercih edeceğim biri varsa, zaten bunu söyleyeceğimi bilir. Önemsiz bir şeyi de bilmemeyi tercih eder.” Sedef’in cevabı ilginç, çünkü “kocam hiçbir özel eşyamı karıştırmaz...” cümlesi şöyle de devam edebilirdi: 
Çünkü bana yüzde yüz güvenir! 
“Yüzde yüz güven olur mu hiç” diye itiraz ediyor Sedef. Yirmi yıllık evlilikte bir de yüzde yüz güven varsa, o kadının ya da adamın evdeki mobilyadan bir farkı kalmaz. Fazla güven romantizme zarar verir.”

Aynı şeyi, pop filozof Alain de Botton’a da sordum ve kendisine bir kez daha hayran oldum. Bu kez fikirleri yüzünden değil, sorularıma 24 saatten kısa bir sürede cevap verdiği için! Botton’un karısı da kocasının e-postalarını karıştırmıyormuş. “Birbirimizin sınırlarına çok saygılıyız. Bir miktar mahremiyetin, hatta gizemin, paylaşmak istediklerimiz konusunda bizi daha hevesli yaptığını biliyoruz” diyor, Alain de Botton sınırlarını anlatırken. Ona göre gizli bahçeler bir ilişkiye zarar değil tam tersine yarar getiriyor: 
“Başka insanların ilgimizi çekmesinin bir sebebi de, bizden farklı olmalarıdır. Ayrı zamanlar geçirip farklı şeylerle uğraşacağız ki, birbirimize gösterecek yenilikler olsun.” Onu bulmuşken tavsiye istemeyi de ihmal etmedim. Hem çift olarak kalıp hem kendi özelimizi koruma konusunda bize ne önerirsiniz, diye sordum. Kuralları baştan koymamızı söylüyor: 
 “İlişkinin en başında ne kadar özel alan istediğinizi açıkça ortaya koyun. Böyle bir deklerasyon için ilk buluşma bile erken sayılmaz. Böylece karşınızdaki sizin bu isteğinizi kişisel almaz. Bu isteğinizin, onu az sevmenizden değil, kendi özgürlüğünüze düşkün olmanızdan kaynaklandığını bilir.”

Aslında Alain de Botton da bu işlerin çok kolay olmadığını biliyor. 
Bilmese, “sizce boşanmalar neden bu kadar arttı” sorusuna, “beni asıl şaşırtan, insanların boşanmaları değil, neden hâlâ evlenmeye devam ettikleri” diye cevap vermezdi. Çift olmakla kendi özelini korumak arasındaki hassas dengede mükemmel bir formül olmadığını söylüyor: 
 “Evlilik dediğimiz şey, seks yapma, yakın olma ve aile kurma ihtiyaçlarından doğuyor. Bu üçünün aynı insanda, hem de uzun süreli olarak bulunması hiç kolay değil. Mesela, kaçamaklarla seks arzumuzu doyurabiliriz ama aileye ve yakınlığa zarar veririz.”

Fransızlar “cinq a sept” diyor. Tam tercümesi, beşten yediye. 5’te işten çıkıyorlar, akşam saat 7’ye kadar sosyalleşiyor, arkadaşlarıyla buluşuyor, güzel bir şarabın ya da sosyal flörtün tadını çıkarıyorlar. Eskiden, evli Fransız erkekleri “metres”leriyle buluşmak için akşam üstü 5 ile 7 arasını tercih ederlermiş. İşten sonra, aileyle yenen akşam yemeğinden önce. 
Zinanın suç, aldatmanın boşanma sebebi olmaktan çıktığı bugünün Fransa’sında “metres” kavramına yer yok. Ama 5’ten 7’ye geleneği devam ediyor. Fransızlar belki de bu yüzden çalışma saatlerinin artmasını istemiyor!
Fotoğraf: Pamela Hanson
Temmuz 2011

 

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Çocuklarla Sohbet Edin... İletişimden Uzak Bir Gençlik Büyüyor...


Akatlar’da yürüyordum; kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:
“Oğlum dersleri tamamen bıraktı; ne söylesem hiç fayda etmiyor.
Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor.
Ne yapacağımı şaşırdım,
Hocam ne yapalım?”

“Sohbet ediyor musunuz?”
“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”

“Kaç yaşında?”
“On yedi yaşında.”

“Mesela ne diyorsunuz?”
“Sınavların yaklaştığını söylüyorum; derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum; böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”

“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”
“Evet.”
“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.”

“Valla bilmem; biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”
“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”

Kadın haklı olarak “neden bahsediyorsunuz,” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
İçim burkuldu. Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.
***

Öğrencileri ve anababaları birlikte çağırdım. Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte anababalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.
“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. Selim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.

“Adın ne?”
“Selim.”
“Kaç yaşındasın?”
“On iki.”

“Bugün ayın kaçı?”
“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)

“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”
Anladığını belirtmek için başını salladı.

“Lütfen gözünü aç.”
Selim, gözünü açtı.
“Bugünün tarihini söyler misin?”
“24 Aralık 2028.”

“Kaç yaşındasın?”
“Otuz iki.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“İç mimarlık.”

Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
“Nerede çalışıyorsun?”
“New York, Manhattan’da.”
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.

“Evli misin?”
“Hayır.”
“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”
“Kızların hepsi evlendi.”
Gülüşmeler..

“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”
“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. Katında.”
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. Katta indik.
“Burası ‘home office,’” dedi.

İçeri girdikten sonra açıkladı:
“Dubleks daire: aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”
“Selim, salonda neler var?”
“Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var; komodin var, sehpalar var.”
“Duvarlarda ne var?”
“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”
“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”
“Annem ar, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim var, ablam var, ben varım.”
“En küçük sen misin?”
“Evet.”
“Selim, bu fotğrafa baktığında, içinde ‘keşke!” duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”
Hiç beklemeden “Evet,” dedi.

“Haydi, anlat bize,” dedim.
“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu; çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu.”

Baba’ya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

Selim’e teşekkür ettim. Ve sordum:
“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”
“Hayır!”

“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”
“Olanla ilgili olarak konuştuk.”

“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”
“Yeniden konuşmak isterim; sohbetimizden zevk aldım.”
***

Sohbet özel türden bir konuşma, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.

Korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Türkiye’nin aydınlık geleceğinde anababaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.

Doğan Cüceloğlu

28 Mayıs 2013 Salı

Turkcell KONBARA 100 TL/1440 Parapuan mesajı nedir?

Telefonunuza günde pek çok mesaj gelmektedir.
Bunlardan çoğu; hediye kazandınız, bedava dakika kazandınız yada  bugünlerde sıkça gönderlen 100 TL/1440 dk parapuan biriktirdiniz şeklindeki mesajlardır.

Bunlardan bazıları bizzat Turkcell tarafından gönderilse de bazıları ne yazik ki insanları kandırmak için gönderilen mesajlardır. Bu şekilde gönderilen mesajlara İnanmayın, KREDİ KART Bilgilerinizi kimseye vermeyin, konu ile ilgili bir tanesini hemen sizinle paylaşmak ve konuyla ilgili uyarıda bulunmak istedim.

"Değerli müşterimiz, hesabınızda biriken parapuanlarınız 100 TL/1140 dk. ya ulaşmıştır. Hemen 0216 500 33 00 arayarak dakikalarınızı aktifleştiriniz." şeklinde gelen mesajlar Turkcell tarafından gönderilmemektedir.

Eğer cep telefonunuza bu tarz bir mesaj gelmiş ise sakın aramanızı söyledikleri numaraları aramayın. Unutmayın Turkcell servis numaraları 4 rakamlıdır. Eğer bilmediğiniz, tanımadığınız numaralardan böyle bir mesaj alırsanız hemen operatörünüzle iletişime geçin ve konu hakkında bilgi alın.

ayrıca verilen numara http://www.extremeiletisim.com/ diye bir firmaya kayıtlı
artık siz düşünün satış yapmak uğruna nasıl bir yöntem uydurulmuş.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Kelebek Etkisi - Sunay AKIN

“Sen yine de bana nasılsın diye sor. 

Kötüysem bile sırf senin için iyi olurum.”

 


21 Mayıs 2013 Salı

Ruhum Büyümeyen Bir Kız Çocuğu . . .

Bir kız çocuğunun büyümesi ne zaman biter acaba?
18 yaşını doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi?
Bence hiçbiri değil.
Bir kız çocuğu büyümez.
Kaç yaşına gelirse gelsin asla büyümüş gibi hissetmez kendini.
Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu bir kız olarak verir.
Ama değişim yaşar.
Hayat o kızı sürekli değiştirir 
ve bu değişimlerin hiç şaşmayan bir aktörü vardır:
"Bir erkek.."

|Zülfü Livaneli|

19 Nisan 2013 Cuma

Gizemli LİKYA Molası :)

19 - 23 Nisan Arası LİKYA TURU'nda olacağım; Ufacık Ara . . .

Sonra... ayrıntılarla döneceğim, Sevgiler :)

21 Mart 2013 Perşembe

MİMAR SİNAN'IN MİHRİMAH SULTAN AŞKI & Pelin Karahan

AŞK'a karşılıksız kalamam, bu yazıyı da günün anısına sizinle paylaşmadan edemedim....

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.

Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.

Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.

Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır!
Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir.

Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a.

Cami küçücüktür.

Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır.

İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana.

İşte, aşka adanmış iki eser.
 

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin.

Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.

Göreceğiniz manzaraysa şudur;

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar!

Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay.
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır...























5 Mart 2013 Salı

Ne çok biriktirmiştim kelimelerimi ........


Seni bulmak ne kadar değiştirdi beni… 
Ne çok biriktirmiştim kelimelerimi… 
Bir bir dökülürken dilimden sevda sözcükleri senin o tedirgin duruşun bile durduramıyor beni… 
"Seni soluyan bir rüzgara kapılmış gidiyorum", yüreğimi bir yelken gibi açtım, seninle dolduruyorum. Seninle olmanın, seninle yaşamanın ve zamanı sadece seninle paylaşmanın eşsiz hazzını duyumsuyorum, ne iyi ettin de geldin…

Bu bir masalsa bitmsin.. Bir hayali yaşıyorsak yitirmeyeyim, 
Hep biz çözecek değiliz ya gerçeğin düğümlerini, bırak kendi halinde kalsın… 
 Ruhuna talibim ben, asıl gerçek bu… 
Kaçışlardan bıkmış, hep yarım kalmış ruhumda bir tek seninle doyuma ulaşacak, kendini bulacak… 
Dedim ya, sen geldin…

Bugünlerde bir çocuk gibi yüreğim kıpır kıpır.. 
Dur durak bilmiyor sanki..
Sahi, çocuk olmayı ne kadar çok özlemişim ben… 
Senin içindeki çocukla oynayacak bendeki çocuk…
Saf ve tertemiz olacak.. 
Misket oynayacak, ebe olacak.. 
Ama senin olmadığın hiçbir oyunda yer almayacak.. 
Korkma, içindeki o çocuk hep yaşayacak, kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğim. 
Çünkü sen o çocukla varsın, o çocukla geldin. 
Yoktum ben, senden önce yoktum sanki… 
Sen geldin; varlığını bildim. 
Sen geldin; bir sözün yüregime dokunan nasıl da büyük bir mutluluğa dönüştüğünü gördüm… 
Sen geldin; 
ben oldum, 
aşk oldum...

4 Mart 2013 Pazartesi

Bırakıyorum Bu Evi:P KARAVAN'a Yerleşiyorum...

Bir hayat düşlüyorum çocukluğumdan kalma...

Ve karavanda geçirilen günler güzel olur bence. 

Bir karavanımız olsun ne dersiniz :)

Sandalyemi atar, müzik dinlerim bol bol, kuzucum koşsun çimenlerde elektrik filan kalmasın...

Denize dalarım, saatleri ve günleri unuturum ben. 



 

2 Mart 2013 Cumartesi

Aldatanlar EN ÇOK ALDANIRLAR !!!


Birkaç gün önce İnternet Haber sitesinde Süleyman Özışık’ın bir yazısını okuyunca, bazı TV programlarının, bizim inanç ve geleneklerimize aykırı ve titizlikle sakınmaya çalıştığımız olumsuzlukları nasıl normal gibi göstererek toplumu bilerek bilmeyerek ne kadar yozlaştırdığına bir kez daha şahit oldum.

Özışık yazısında, bir TV kanalında bir gencin, birlikte yarıştığı genç kızı ikna etmek için, Kur’an üzerine yeminler edip, karşısındakiyle sonuna kadar yarışıp, yarışma butonuna basmayacağına söz verip güvenini sağladıktan sonra çok geçmeden yarışma butonuna basarak, birlikte yarıştığı yarışmacıyı aldattığından bahsediyordu. Sonra, internetten biraz araştırıp bu programda buna benzer çok örnekler olduğunu görünce, böyle bir yazı yazmak sorumluluğu doğdu.

Bu konu, dini yönden sakıncalarını bir kenara bırakalım, etik açısından, ahlâklı insan olma açısından çok vahim ve asla hoş olmayan bir davranıştır.

Dürüst, sözüne güvenilir insan olmak için ille de Müslüman olmak gerekmez, iyi bir insan olmak da doğruluğu ve dürüstlüğü gerektirir. Yalandan, dolandan, insanları kandırıp aldatmaktan kim ne kazanır ki? “Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış.” diye çok bilinen bir ata sözümüz, ne kadar da mânidardır.

Ahlâklı insan, samimi Müslüman aslâ yalan söylemez. Hiçbir şekilde kimseyi aldatmaz. Hele Müslüman, üç günlük dünyanın menfaatlerine aldanarak, Allah (cc) ve Kur’an üzerine yemin ederek yalan söyleyemez. Kimseyi aldat(a)maz! Hadis-i şerifte “Doğru söylediğine inanılan, kendisine güven duyulan bir kimsenin, yalan söylemesinin en büyük hâinlik" (Ebû Dâvud) olduğu bildirilir bize. Ayrıca, konuşunca yalan söylemeyi, söz verince yerine getirmemeyi, emânete hıyânet etmeyi de münâfıklık alâmetlerinden sayar. (Müslim)

Hangi makam ve mevkide, olursa olsun. Hangi mesleği, hangi işi yapıyorsa yapsın. Verdiği sözde, yaptığı anlaşmada durmamak, bir insana hele ki, bir Müslüman’a aslâ yakışmayan en çirkin huylardan biridir. Yalan söyleyip, hile yaparak insanları kandırmak, güvenlerini kırmak, en büyük vefâsızlıktır.

Birine, her ne sebeple olursa olsun “vallâhi, billâhi” diye yemin ederek söz verip, güvenini kazanıp daha sonra sözünden cayanlar için Kâinatın Efendisi (sas) kudsi hadiste, Allâhü Teâlâ’nın “Düşmanım!” buyurduğu üç kimseden birinin de, Allah (cc) adına yemin ettikten sonra sözünden dönen kişi (Buhârî) olduğunu bildirir. Aynı hadiste, Allah'ın (cc) kıyâmet günü bunların yüzüne bakmayacağı belirtilir, hafizanallah! Allah’ın düşman olduğuna, cümle âlem dost olsa, alkışlasa neye yarar? O’nun dost olduğunu da, cümle âlem dışlasa, hor görse kimin umurunda?

İşte sırf bu sebeple Müslüman asla kimseyi aldatmamalı, sözüyle, davranışlarıyla her zaman güven veren olmalı. ‘Aleyhine dahi olsa, daima doğruyu söyle’meli!

Kâinatın Efendisi (sas) “Aldatan, bizden değildir.” (Müslim) buyuruyor. O’ndan ol(a)mayan, kimden olsa ne fayda?

Bir insanın “Bak sana ne vereceğim!” diyerek kendi çocuğunu bile şakayla kandırıp, aldatması durumunda bile, bunun amel defterine “Yalan!” olarak yazılacağı (Ebû Dâvûd) konusunda Efendimizin (sas) kesin uyarıları var. Çocuğa bile bir şey verileceği söylendiğinde, mutlaka verilmelidir.

Yüce Kitabımız Kur’an, birçok âyet-i kerimede, doğruluğu ve doğru söyleyenleri hep överken, yalancılığı şiddetle yasaklar ve yalancıları ise çok açık şekilde uyarır.

Müslüman, inanan, inanmayan, hangi dine mensup, hangi görüşe sahip olursa olsun kimseyi aldatmaz, güvensizlik oluşturmaz. Ayrıca, hiç kimsenin hakkında “iyi kimsedir, ama beyaz yalanlar söyler” demesine bile fırsat vermez. “Âlemlerin Efendisine (sas) müşrikler her şeyi söylediler, ama asla “yalan söylüyorsun” diyemediler. Aksine O’na “Muhammedül Emin” (En güvenilen) diye hitap ettiler. O (sas), buluşmak için sözleştiği arkadaşını, üç gün boyunca söz verdiği yerde beklemişti. O’nun ümmeti olarak şefaatine ermek için, O’nun yaptığını yapmak, kaçındığından kaçınmak O’na karşı bir vefâ borcumuzdur.

Allah’ım! Yalan söylemekten, söz verince sözünde duramamaktan, cimrilikten, ahde vefâsızlıktan, üç günlük dünya menfaatine ahiretini değişmekten, dünyanın her türlü fitnesi ve aldatıcılığından sana sığınırım. Ãmin.

Selam ve dua ile…

28 Şubat 2013 Perşembe

KADIN DİLİ : BÜKÇE -- Sema Maraşlı’nın Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz kitabından…

BİRAZ UZUN AMA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM...

Oğlum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak ona öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon açtım, “Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim.” dedim. Deniz kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben. Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar. Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.

-Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam göstermem gerekiyor. Çocukluğunda suç işlediği zamanlardaki gibi birden bire kızardı. Kerata ne anlatacağımı zannettiyse!

-Baba ben yirmi altı yaşındayım, bazı şeyleri biliyorum artık.
-Ah senin o biliyorum zannettiğin konularda da çok bilmediğin çıkacak ama ben o konulardan bahsetmeyeceğim. Keşke konuşabilseydik ama henüz o kadar modern olamadım.
Rahat bir nefes aldı. Bu arada yemeklerimiz de geldi. Oğlumla şöyle keyif yaparak muhabbet edelim bakalım.

-Kaç dil biliyorsun oğlum sen?

-İngilizce, Fransızca, bir de Türkçe’yle üç dil oluyor.

-Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna “kadın dili” de diyebilirsin. Güldü. Güldüğü zaman benim yanağımdaki gibi küçük bir gamzesi var, o ortaya cıkıyor.

-Kadınların ayrı bir dili mi var?

-Tabii ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir, ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe’yi öğrenmeli.

- İyi de niye Bükçe?

-Çünkü kadınlar konuşurken, genellikle söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını “Bükçe” koydum.

-“Bükçe zor bir dil mi baba?” diye sordu gülerek.

-Bana bak, çok önemli bir konu ama eğleniyor gibisin, biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek bükçe konuşurlar sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor. Mesela Çinli bir karın var, sen karına sürekli Fransızca “seni seviyorum” diyorsun ama karın hiç Fransızca anlamıyor. Fransızca “seni seviyorum” un onun için bir anlamı yoktur. Ona Çince seni seviyorum dediğinde seni anlayabilir.

-Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar ?

-Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.

-Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani?

-Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü kendileri leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için leb deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. “Niye leb demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor?” diye canları sıkılır.

-Biz de bazen Canan’la böyle sorunlar yaşıyoruz. “Niye düşünmedin?” diye kızıyor bana.

-Kızarlar oğlum, kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler, fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.

-Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?

-Var dedik ya oğlum, Bükçe’yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?

-Hazırım baba.

-Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir konu, Bükçe’de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana “Bugün bir elbise aldım.” diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığı -ndan başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından, alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.

-Hikaye dili yani?

-Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, “Hikaye anlatma, ana fikre gel, kısa kes.” demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde bittin demektir. İster öyle de, istersen “seni sevmiyorum.” de. İki durumda da “seni sevmiyorum” demiş olacaksın.

-Ne alakası var baba “seni sevmiyorum” demekle “kısa anlat” demenin?

-Çok alakası var. Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.

-Bu önemli. Bükçe’de dinlemek sevmektir diyorsun.

-Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkekler de imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve gözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemiştir. Bizim kastımız söylediğimiz şeydir.

-Geçen hafta Canan bana “Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım.” dedi. Ben de “Böyle de iyisin.” dedim. Canı sıkıldı, bir kaç saat surat astı. “;Neyin var?” diye sordum. “Hiçbir şeyim yok.” dedi. Sence nerede hata yaptım?

-“Böyle de iyisin” derken o “de” ekini orda kullanmamalıydı n. Canan bunu şöyle anlamıştır. “Böyle de fena sayılmazsın, eh işte, idare edersin ama tabi daha da iyi, daha da güzel olabilirsin.”

-Peki ne demem gerekiyordu?

-Şunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardı r. Es kaza eleştirmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün “Hayatım sen zaten Çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok.” deseydin, günün zehir olmazdı.
-Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.

-Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.

-Ve asla unutmazlar, değil mi?

-Aynen öyle. Yıllar once annene, annesi için “Biraz cimri.” demiştim. Hala “Sen benim annemi sevmezsin.” der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.

-Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.

-Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayacaksın ama “Sen şunu mu demek istiyorsun?” diye asla yüzüne vurmayacaksın.

-Anladım. Anlayacaksın ama anladığını belli etmeyeceksin. Buna şöyle de diyebiliriz. O beni iğnelediğinde “Niye bana iğne batırıyorsun?” Diye sormayacağım, o iğneyi ben kendi kendime batırmışım gibi yapacağım.

-Güzel ifade ettin oğlum. Mesela dün öğlen annen beni aradı. “Akşama tok mu geleceksin?” diye sordu. Beni biliyorsun akşam yemeklerinde hep evdeyimdir. Kırk yılda bir dışarıda yerim onu da haber veririm. Tabi ben hemen anladım annenin ne demek istediğini. “Tok gel, yemekle uğraşmak istemiyorum” demek istiyor. Anladım ama tabi “Ne demek istiyorsun?” demedim.

-Dün çok yorulmuştu baba, düğün alışverişine çıkmıştık.

-Bunun pek çok sebebi olabilir. Yorulmuş olabilir, bir kabul gününden tok gelmiş olabilir, bin beş yüzüncü diyetine başlamış ve o gün yemekle uğraşmak istemiyor olabilir. Ama bunu biz erkekler gibi kısa yoldan “Canım benim karnım tok, sen de dışarıda bir şeyler ye, ya da yorgunum, gelirken bir seyler getir yiyelim.” demez. Sanki böyle derse, iyi ev kadını rütbesi tozlanacak, mevki kaybedecek. İlla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de anlaman gerekiyor. “Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin?”dedim. “Tamam.” dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de porsiyon yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde bu sıralar.

-Bu Bükçe’de kısa konuşma yok mu baba?

-Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın, soruyorsun, “Neyin var?” diye. “Hiçbir şeyim yok.” diyorsa, aman bir şeyi yokmuş diye bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.

-Bükçe’de “Hiçbir şey yok.” demek “;Çok şey var, benimle ilgilen.” demek oluyor, o zaman.

-Evet. Biz erkekler “Bir şey yok.” diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir sey vardır ama; “Şu anda konuşacak bir şey yok.” diyoruzdur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için “Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım.” demek istiyordur. Çok nadiren gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksı n tabi.

-Bir arkadaşım da “Kadınların ‘Peki.’ demesi tehlikelidir” demişti.

-Doğru. Bir kadının ağzından çıkan kuru bir ‘peki’, ‘olur’, ‘tamam’ her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe’de “Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım.” demektir. Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında “Peki canım, olur hayatım” gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.

-Zor bir dil baba.

-Yok yok gözün korkmasın, her yabancı dil gibi. İlk başlarda biraz çalışacaksın, pratik yapacaksın, bazen hatalar yapacaksın, dikkat edeceksin sonra otomatiğe bağlanırsın. Kolay yanı şu; senin bükçe konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.

-Anlamak da pek kolay değil ama.

-Korkma, o kadar zor değil. En önemli kuralları ben sana öğretiyorum zaten. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar ve konuşurken suçlayarak konuşurlar; fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.

-Nasıl yani?

-Mesela, karın sana “Ne zamandır dışarı çıkmadık.” derse bunu suçlama olarak üstüne alma, canı seninle gezmek istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. “Daha geçenlerde gezmeye gittik.” gibi bir savunmaya girme. “Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz.” de, konu kapanır.

Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.

-Küçük ama önemli detaylar.

-Aynen öyle. Mesela karın “Üşüdüm.” diyorsa, “Üstünü kalın giy.” demeni ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur.

-Keşke okullarda öğretselerdi biz erkeklere Bükçe’yi. Ne kadar erken başlasak o kadar çabuk kavrayabilirdik belki.

-Haklısın, aslında ben de sana öğretmek için geç kaldım. Neyse zararın neresinden dönülse kardır.

-Not mu alsaydım… Epeyce detayı varmış dilin.

-Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretmem. Şimdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettiği sözcük “Fark etmez.”dir. “Fark etmez”i kadınlar “Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap.” diye anlarlar.

-En değerli sözcük nedir?

-Sen bil bakalım.

-“Seni seviyorum.” herhalde.

-Evet, kadınlar “Seni seviyorum.” sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler “;Söylemiştim, zaten biliyor.” diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.

-Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.

-Zekan kesinlikle bana çekmiş. Ben de tam ona geliyordum. Davranışlar da çok önemli tabii. Kadınlar küçük şeylere önem verirler. Akşam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.

-Akşam gelip sırt üstü yatmak yok yani.

-Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama, eğer sen hep alıp hiç vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.

-Tamam baba, bunlara dikkat edeceğim.

- Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.

-Baba çok teşekkür ederim. Bükçe’yi anlamaya başladım. Canan aradı. “Salonun perdeleri ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?” dedi. Tam “Fark etmez, sen seç.” diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi “Ev de perde de umurumda değil.” gibi anlayacağı aklıma geldi. “Tabii canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen.” dedim, çok mutlu oldu. Kendi seçecek.

-O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.

-Baba tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Bana Bükçe’yi öğretmeseydin halimi düşünmek bile istemiyorum.

-Şanslısın oğlum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün.

Kaynak: Sema Maraşlı’nın Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz kitabından…”

26 Şubat 2013 Salı

İLK GÖRÜŞTE AŞK'a İnanır mısın???


İlk görüşte aşka ister inanın ister inanmayın çoğu kişinin başına gelir ve bir çok kişide nasıl davranacağını ne konuşacağını ilk dakikalardaki o heyecanı nasıl atacağını bilemez.
Ilk karsi karsiya gelis, ilk bakis, ilk dakikalar…
Birini ya begenir ya da daha incesine inmeyi istemeden hemen yanindan uzaklasiriz…
Neden böyle davraniriz, bizi etkileyen nedir, ilk izlenim neden bu kadar önemlidir?
“(+ / -) elektrik” midir, “kan kaynamasi, kaynamamasi” midir, bazilarina göre “önceki hayat ya da kader” midir, nedir?

Yeni tanistigimiz birinde bizi etkileyen, onu daha yakindan tanima istegi uyandiran seyler bakin neler:
- Güzel olmasi: Güzellik bu kararda en önemli yere sahip. Iç güzelligini ilk görüste anlayamayacagimiza göre, tabii ki dis güzellik (kendi normlarimiza göre olan biçimde) bizim için önemli.
- Görüntüsü: Bakimli ve temiz bir insan her zaman etkileyicidir.
- Davranis biçimi: Yürüyüsünden, vücudunu kullanis biçimine kadar kendine ait bir tarz yaratmis insanlar her zaman iyi bir etki birakirlar.
- Bakislari: Bazi insanlar bakislariyla adeta içimizi eritirler. Kendine güvenen, ne istedigini bilen bakislara dayanmak hiç de kolay degildir.
- Sesi: Bir düsünün; son derece çekici, hos görünen bir erkek yaniniza geliyor ve kedi miyavlamasi gibi sesler çikararak size bir seyler anlatiyor, ne hissedersiniz? “Konusmasa kimbilir ne iyi yapar” demez misiniz? Ya da yakisikli olmayan ama etkileyici bir sese sahip erkekle bu kedi sesli arasinda bir seçim yapmaniz gerekse, mantiginiz (!) yakisikli olmayani tercih etmenizi fisildamaz mi?
- Kokusu: Tabii ki kötü kokan birini kimse istemez. Bunu herhangi baska bir seyle kiyaslamaya gerek bile yok.
- Ait oldugu çevre: Bu bizim kendi komplekslerimizle ilgilidir, yoksa ne önemi var adamin çevresinin. Eee, bütün bunlar tamam da sira tamamlanmadan adamin bütününü bir türlü göremeyiz… Hep “arkasi yarin” gibi… “Ask atesi” denen sey sanildigi üzere o kadar da kolay parlamiyor. Ama ilk 30 saniyede ya da 10 dakikada bu kadari yasaniyor.

5 Adimda Olumlu Izlenim
Dürüst olun, hepimizin ilk izlenimde kötü not aldığı zamanlar olmuştur. Yanlış bir şey söyleyince ya da yapınca insan nasıl da kötü olur. Bu çok utanç vericidir. Uzun zaman unutulmayan izler bile bırakabilir. Hatta bir sonraki sefer için kendinizi sinirli hissetmenize neden bile olabilir.
Aslında endişelenmenizde yersiz. Sürekli yeni birileri ile tanışıyoruz. Sürekli bu sosyal yeteneğimizi geliştirmemiz için yeni şanslarımız var. Olabilecek en kötü şey nedir ki? Berbat etseniz ne olur? Eğer yeteneklerinizi geliştirmek için aktif olarak çaba sarfetmeye razı olursanız, gelişim göstereceğiniz de kesindir.
Pratik yapmak mükemmeli yakalamak için yardımcı olacaktır. Fakat tüm başlıkları, hiçbirini göz ardı etmeden, önyargısızca dikkatinizi vererek okuyun. Zaten sizde nerde hata yaptığınızı bilmiyorsunuz. İşte size kısa bir gözden geçirme. Bu liste üstünde çalışın ve bir sonraki sefer de deneyin. İyi bir ilk izlenim bırakacaksınız.

EL SIKIŞMA
Kadın ya da erkek hiç farketmez, sağlam el sıkışın. Tabii ki kasdettiğimiz kemiklerini çatlatacak kadar sıkı değil. Elini sıktığınız kişinin, sizin gerçekten orada olduğunuzu anlamasına yetecek kadar sıkı. Daha önce hiç birinin elini nerdeyse dokunmak istemezmiş gibi tuttunuz mu, sıkmadan? Eğer karşınızdaki kişi gerginse, eli ve parmakları nemli ve terli olabilir. Bu tabii ki hoş bir durum değil. Yine de sıkıca el sıkışmalısınız. Aynı anda kısaca karşınızdakinin gözlerine bakın. Ne kadar çok insanın bu konuda başarısız olduğuna inanamazsınız.

KILIK KIYAFET
Ayakkabılar çok önemlidir. Özelliklede kadın işin içinde varsa. Çok güzel bir arabadan inmiş olabilir. Kaliteli ve şık bir takım giymiş ve mükemmel bir kravat takmış olabilirsiniz. Ama kadınlar kontrole ilk ayakkabıdan başlayacaklardır.
Kıyafet zor bir meseledir. İç giyimde dış giyimde zaman zaman tehlikeli bile olabilir. Takii sosyal birşeyler cereyan edene kadar. (Ne kadar sıklıkta smokin giymeniz gereken bir yere davet ediliyorsunuz?) Gardrobunuzu yenilemek oldukca kolay olabilir. Çok kaliteli günlük kıyafetler almakta kolaydır. Hatta çok pahalı seçimler bütçenizi sarsmıyor bile olabilir. Ama en iyi ve en kolay yol daima bir kenarda temizlenmis komple bir takımı hazır bulundurmaktır. Böylece çok daha kolay hazırlanabilirsiniz. Bu özellikle son an davetleri için çok yararlıdır.

GÖZ TEMASI
Uzaklara bakmayın. Biri ile ilk defa tanışırken, onlara bakmanız beklenir. Tabii kasdedilen gözünüzü dikip bakmak olmamalı. Biri önemli bir şey söylemeye çalışırken, sorarken ya da soruya cevap vermeye çalışırken, birbirinize bakmalısınız. Eğer değilse, bu durumda karşınızdakine ya utandığınız ya da tamamen ilgilenmediğinizin sinyalleri gidecektir. Bir çok insan utanma nedeni olmaksızın başka yerlere bakarak yanlış sinyaller veriyorlar.

KONUŞMA
Genellikle biri ile buluşacağınız zaman ona sorular sormanız tavsiye edilir. Ama bu karşınızdaki kişide sorguya çekildiği hissini uyandırır. Sonuca bağlanmamış açık sorular sormalısınız. Karşınızdakini esnetecek sorular sormayın. Hatta kısaca evet ya da hayır diye cevap verilecek sorulardan kaçının. Çünkü muhabbeti kısaltır. Karşınızdakinin fikirlerini öğrenebileceğiniz sorular sorun. Onun düşünceleri ile ilgilendiğiniz sinyalleri verin.
Günlük ya da sosyal olaylar konuşmak için güzel konular olabilir. Gülmek için ise televizyon programlarını ya da politik gafları konu edebilirsiniz. Gerçeklerden ziyade yorumlarını ve fikrini öğrenirken, aradaki buzlarıda kolayca eritmiş olursunuz.

GÜLÜMSEME
Eğer başlangıcı gülümsemeyle yaparsanız, herşey çok daha güzel gidecektir. Belki karşınızda ki biraz gergin olabilir… Hatta sizden daha çok bile olabilir. Unutmayın bu sadece sizin için bir ilk buluşma değil. Oda kendi endişelerini taşıyor. Gülümsemek sizi rahatlatırken, karşınızdakinide mutlu eder.
İyi bir intiba bırakmak imkansız değil. Fırsatları değerlendirip, pratik yapın. Ne kaybedersiniz? Gerçekten ilk izlenimin önemli olduğu zamanlarda, (iş görüşmesi ya da ilk randevu gibi) eskisinden çok daha iyi olduğunuzu farkedeceksiniz.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Sonra SEN Çıktın Karşıma . . .

Ve bu paylaşım, mutlu yaşayan bütün eşler için olsun.
Allah ağızlarının tadını, yuvalarının huzurunu bozmasın.

2 Ocak 2013 Çarşamba

Bronnie WARE - Ölürken Pişman Olunan 5 Şey !!! Geç Kalmayın . . .

 

Yıllarca evlerinde ölümü bekleyen hastalara bakan Avustralyalı hemşire Bronnie Ware, emekli olduktan sonra kitap yazmaya karar verdi.

Hemşire Ware, hastalara “En büyük pişmanlığınız nedir?” diye sordu. Bronnie Ware yanıtlara kitabında yer verdi.

1. "Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı."

Ware’e göre insanlar, yaşamlarının sona erdiğinin farkına varıp geriye döndüklerinde düşledikleri şeylerin çok büyük bir kısmını gerçekleştirmediklerini görüyor ve pişman oluyor.

2. "Keşke bu kadar çok çalışmasaydım."

Ware’e göre erkek hastaların büyük bir kısmı, işleri nedeniyle ailelerine ve dostlarına yeterince vakit ayıramadıkları için pişman oluyor. Ware, erkek hastaların büyük bir kısmının eğer bir şansları daha olsa dönüp çocuklarının kaçırdıkları anlarını yaşamak istediklerini gözlemledi.

3. "Keşke duygularımı dile getirmeye cesaretim olsaydı."

Birçok insanın diğerleri ile ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmak için duygularını bastırdığını söyleyen Ware, bastırılan duyguların insan sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkileri olduğunu ileri sürdü.

4. "Keşke arkadaşlarımla ilişkimi sürdürseydim."

İnsanların kendi yaşamlarına çok fazla odaklanıp arkadaşlarıyla ilişkilerini yitirdiğini ancak ölüm yatağında fark ettiğini söyleyen Ware, ölmekte olan insanların en çok eski arkadaşlarını özlediğini söyledi.

5. "Keşke kendime daha çok mutlu olmak için izin verseydim."

Çoğu insanın mutluluğun aslında bir seçim olduğunu ölüm anı gelene dek fark etmediğini söyleyen Ware, insanların rahat yaşamak uğruna eski alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı kaldığını belirtti.

Alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen insanların değişme korkusu yaşadığını ve daha fazla mutlu olma şansını kendi kendilerine yok ettiğini belirten Ware, ölüm yatağındaki hastalarının "Keşke daha çok gülseydim, keşke aptalca şeyler yapmaktan bu kadar korkmasaydım" diyerek pişmanlıklarını dile getirdiğini sözlerine ekledi.

Kaynak: ntvmsnbc.com

1 Ocak 2013 Salı

HAYAT BASİTTT - 2013 FELSEFEMİZ OLSUN...

Hayat çok basit aslında; Seçim tamamen size ait... 

Zorunluluklar, 

mutsuzluklar, 

sevdiğiniz şeyler, 

sevmediğiniz şeyler, 

sevdiğiniz insanlarla beraber olmak ya da olmamak bunların hepsi sizin seçiminiz...



12 Aralık 2012 Çarşamba

ERKEKLERE ÖĞÜTLER .... PAKİZE SUDA ...

SEVGİLİ ‘erkek kısmı’,

Aşağıdakiler, tamamen size iyilik olsun diye kaleme aldığım öğütlerdir. Kendim ve hemcinslerim için bir şey istiyorsam namerdim.

Karısını, sevgilisini elinden kaçırmak istemeyen erkekler bu öğütlerime harfiyen uysunlar. Hatta bu yazıyı kesip saklayın. Ömrünüzün son demine kadar size lazım olacaktır. Unutmayın, bu öğütler istisnasız bütün kadınlar için geçerlidir. İster entel, ister feminist olsun, sonradan edinilen sıfatlar kadının doğasını değiştirmeye yetmez.

* * *

O’na hayatınızda ‘en önemli’ olduğunu sık sık söyleyin. Unutmayın, kadınlar yalnız başka kadınları değil, işinizi, annenizi, babanızı, kardeşinizi, erkek arkadaşlarınızı, bilgisayarınızı, futbol takımınızı da kıskanırlar.

Çok sevildiklerini bilmek yetmez. Bunu sizin ağzınızdan her an duymak isterler. Bir gün önce söylemiş olmanız hiçbir şey ifade etmez. Dün dündür; bugün her şeye yeniden başlamanız gerekir.

Kadın-erkek ilişkisi üzerine asla felsefe yapmayın. Hatta hiçbir şey üzerine yapmayın. Sizin genel anlamda söylediğiniz her sözü, o, ilişkinize dair söylenmiş olarak kabul edecektir.

Anlattığı her şeyi ‘dünyanın en ilginç konusu’ymuş gibi dinleyin. Anlattığı, tırnaklarının çabuk kırılması ya da daha önce bin kez anlattığı kedisinin maskaralıkları olsa da...

O’nun yanında başka bir kadının güzelliğinden, meziyetlerinden asla bahsetmeyin. Sözünü ettiğiniz kişi o’nun kız kardeşi olsa bile...

TV’de asla kadınların boy gösterdiği programlara takılmayın. Hele memelerinin yarısı ortada VJ’ler, hostesler, hele Hülya Avşar Show...

O’na çok özel olduğunu hissettirin. Daha önce kimseyi bu kadar sevmediniz; hayatınızda o’ndan bilge kadın görmediniz.

O’nunla yakın temas sonrasında sakın ha gözünüzü tavana dikip düşünmeyin. Yani ‘Öküz öldü, ortaklık ayrıldı’ halleri takınmayın.

Romantik olun. Gözlerinin içine bakın, ellerini tutun. Kadını uçurmanın tek yolu o sizin bildiğiniz yol değildir.

Kadınlar aşkı yoğun yaşarlar. Áşık kadın için sizin dışınızdaki her şey dolgu malzemesidir. Biliyorum zor olacak ama siz de biraz gayret edin; aşkı ‘yapılacak işler’ listesinden çıkarıp hak ettiği yere koyun.

Tamam, erkek milleti olarak nihayet ‘Seni seviyorum’ diyebilmeyi başardınız. Ama bunu o kadar kuru, tatsız ve coşkusuz bir biçimde yapıyorsunuz ki... Gözünüzü seveyim, dilinizle söylemeden önce yüreğinizde ısıtın biraz şu sözü.

Kadınlar adeta ilgi görmek için yaşarlar. Eğer beklediği ilgiyi sizden göremiyorsa, göreceği adamı yakında bulacaktır, hiç merak etmeyin.

Sizi eskisi kadar kıskanmıyor, her fırsatta sitem etmiyorsa artık o’nun için çok önemli değilsiniz demektir.

İki eliniz kanda olsa o’nu arayın. ‘İş toplantısı’ndan falan anlamaz kadınlar. Hem sizin de ‘İki dakika bile vaktim olmadı’ sözünüz hiç inandırıcı değil. Helaya da mı gitmediniz akşama kadar?

‘Erkeklerin aldatması’yla ilgili bir konuşma geçtiğinde sizin asla böyle bir şey yapmayacağınızın ipuçlarını aralara serpiştirin. Sohbet süresince o bütün duyu organlarıyla sizi takipte, bilmiş olun.

Beraber dışarı çıktığınızda etraftaki kadınlara attığınız bakışların ‘kaçamak’ olduğu sizin yanılgınızdan başka bir şey değildir. O, arkası dönük olsa bile nereye baktığınızı görür.

Saç rengi, biçimi, makyajı, vs. görünüşüyle ilgili değişiklikleri hemen fark edin. Bu konuda kendinize güveniniz yoksa tedbir olarak sık sık ‘Sende bir değişiklik var’ deyin. Elbet birkaçı isabet edecektir.

Sohbetleriniz sırasında bir gün o’ndan ayrılırsanız, bunun sizin için dünyanın sonu olacağını ima edin. Yağmasanız da gürleyin.

Ne zaman sizi arayıp ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorsa, vereceğiniz cevap ‘Seni düşünüyorum’ olsun. Biliyorsunuz, pembe yalanların hiçbir günahı yoktur.

Tartıştınız, size ‘Beni arama’ dedi. Bunun anlamı şudur: ‘Telefonun başında beni aramanı bekleyeceğim.’

Beraberliğiniz başlayalı kaç yıl olursa olsun, o’na eskimiş muamelesi yapmayın. Hele, ‘Nasıl olsa bir yere gidemez’ hallerine hiç teşebbüs etmeyin. Kadını ‘elde bir’ görmek, ‘ele kaptırmak’ için birebirdir.

Erkekler genellikle arkadaşlarının yanında bülbül kesilirler, eve gelince bülbülün dut yemişine dönerler. Yapmayın. Güzel sesinizden, engin bilginizden, dáhiyane fikirlerinizden kadını mahrum etmeyin.

Bütün bu sayıp döktüklerimi yapın ama o’ndan hiçbirini beklemeyin. O’na, vermeden almanın zevkini yaşatın.

NOT: Hürriyet’te fi tarihinde yayımlanmış ama modası geçmemiş bir yazı...
 Pakize SUDA

13 Kasım 2012 Salı

BENİMLE EVLENİR MİSİN??? - MUHTEŞEM bir evlenme teklifi. . .

evveeettttt,bu yazı gokkusagininpembesi'nden alıntıdır:) 
ben bayıldım, ötesi birşey yani ...
zaten alıntı olmasa benim olsa ana haber bültenine kadar yayınlamış olurdum :)
bu çift pek mütevazı hiç görmemiştim başka yerde,
peki soruyorum beni izleyen tüm dostlarıma....
siz böyle bi teklif aldınız mı? 
hı Duygu hanım,
bekarlar sizde gördükten sonra almazsanız bilemiyorum yani:))
Allah herkese huzurla yaşayacağı;
elinde bastonuyla gelen eşine 2 saatte kapı açacağı,
'ilaçlarını içtinmi beeeyyy' diye sesleneceği yıllar nasib etsin,
amin...


28 Haziran 2012 Perşembe

Eski Sevgiliye Dönmeli mi, Dönmemeli mi?



 

Eski Sevgiliye Dönmeli mi, Dönmemeli mi?

Eski sevgiliye ikinci şans verilebilir mi? Yeni bir başlangıç denemeden önce yazımızı okuyun...

Eski sevgilinizle yeniden birlikte olmak istemeniz sıradışı bir olay değil.  Sonuçta birlikte olduğunuzda onun bazı özelliklerine tutulmuştunuz ve birlikte güzel zamanlarınız olmuştu. Uzun süreli bir ilişkiniz olduysa, büyük ihtimalle birbirinizle rahattınız, birbirinizin hayat stiline alışmıştınız. Siz onun köpeğine tahammül etmeyi öğrenmiştiniz, o da sizin tavşanlı terliklerinize alışmıştı. Belki de hala aranızda güçlü bir kimya var. Bunlar ona yeniden dönmek için yeterince güçlü sebepler mi? Ne zaman ikinci bir başlangıca "evet" demeniz gerektiği yazımızda...

 

Neden Dönmek İstiyorsunuz?

Onu etkilemek için baş döndürücü bir kıyafet almaya çıkmadan önce, ilişkinize neden yeniden başlamak istediğinizi gözden geçirin. Sevgilinizden ayrıldıktan sonra en iyi arkadaşınız DVD'niz ve kitaplarınız olduysa ve bu arkadaşlardan beklediğiniz heyecanı alamıyorsanız, eski ilişkiye geri dönmek istemeniz normal, ancak iyi bir seçim sayılmaz. İlişki terapisti Shannon Isaacson'a göre, eski ilişkiye yeniden dönmenin dört sebebi olabilir:
1. İkiniz de çok gençtiniz. İlk seferinde ciddi bir ilişkiye hazır olmamış olabilirsiniz. "En yaygın ayrılık sebeplerinden biri yalnız olma ve özgürlüğün tadını çıkarma isteğidir. Özgür olduktan sonraysa noktalanmış ilişkinin aslında doğru bir ilişki olduğu anlaşılır ve partnerler birbirlerini özlemeye başlarlar" diyor Isaacson. Terapistin anlattığı sebebe yakın bir sebepten ayrıldıysanız, o zaman telefonu elinize alıp onu aramanız faydalı olabilir.
2. İkiniz de tekrar beraber olmak istiyorsunuz. Bu zaten gerekli demeyin, birçok kez partnerlerden yalnızca biri ilişkiye dönmek ister. Bu oldukça zor bir durum çünkü partnerlerden biri ilişkiye isteksiz olunca, bu ilişkinin yürümesi imkansız olur.
3. Sizin için doğru seçim olduğunu anladınız. Yalnız kaldıktan sonra onu gerçekten sevdiğinizi anladıysanız ve bunu sırf canınız sıkıldığı için veya yalnızlığa alışamamanızdan dolayı olmadığından eminseniz, sevgilinizi yeniden arayabilirsiniz. "İlk kez hata yaptığınızı düşünüp, ilişkiyi yürütmek için elinizden geleni yapmaya hazır olabilirsiniz" diyor Isaacson.
4. Hala çok iyi arkadaşsınız. Isaacson'a göre, ilişki arkadaşlığın şehvetli versiyonudur. Arkadaş olabilirsiniz ama yeniden sevgili olmak için onu arzulamalısınız ve sadece onunla birlikte olmayı istemelisiniz, başka türlü aranızda sadece arkadaşlık vardır.

 

Geri Dönmek Hata mı?

Çoğu kez arkanıza bakmadan yolunuza devam etmekten başka çareniz yoktur. İkinci kez deneme yapılmaması gereken 6 durumu açıklıyoruz:
1. Sizi aldattı veya ciddi bir yalan söyledi. Bu lafı asla unutmayın: "Sizi bir kez aldattıysa, utanmalı, iki kez aldattıysa siz utanmalısınız." Size yalan söylediyse, karakteri buna müsaade ettiyse, bunun zamanla değişmesini beklemeyin, olmayacak. Aldatmak karakter meselesidir ve ne zamanla ne de terapi ile vazgeçilir. Bunu yaptıysa, ancak bir aşk arsızı olabilir, aşk tanrınız asla.
2. Size şiddet gösterdi. Ne kadar özür dilese ne kadar tövbe etse de bu olayın tekrar başınıza gelebileceğini şimdiden bilin. Hayatınıza devam etmelisiniz. Geri dönmek daha büyük bir travma yaşamak anlamına gelebilir.
3. Yalnızlık korkunuz var. Televizyonun önünde geçirdiğiniz saatler, masada tek başınıza yediğiniz akşam yemekleri sizi korkuttuysa, eski aşkınıza geri dönmeyi düşünmeyin. Bir ilişkiniz varken kendinizi yalnız hissetmenin, tamamen yalnız olmaktan daha kötü olduğunu unutmayın.
4. Başkasıyla olduktan sonra size döndü. Sizden ayrıldıktan sonra başkasıyla birlikte olan sevgiliniz, bir gün yine kapınızı çalarsa, asla kalbinizin kapısını ona açmayın. Muhtemelen yeni ilişkisinde aradığını bulamamıştır ve ondan kurtulmak için size geri dönüyordur. Size olan duygularının gerçekliğine inanmak isteseniz de, şunu unutmayın: Gerçekten size dönmek isteseydi, size herhangi bir teklif yapmadan önce diğer ilişkisini bitirmeliydi.
5. Aranızdaki elektrik yok oldu. Kısa süreli beraberliklerden sıkıldığınız için veya alışkanlık yüzünden eski sevgilinize geri dönmemelisiniz. Geri dönerseniz, daha fazla acı çekmeye adaysınız, çünkü o sonuçta bir erkek, eski bir ayakkabı değil.
6. Hiçbir şey değişmedi. Ayrılık sebebiniz onun özgürlük ihtiyacı veya sizin seyahat tutkunuz olabilir ama sebep her neyse tartışılıp konuşulmadıktan sonra bir şeyin değişmesini beklemek mantıksız. Hiçbir karar vermediyseniz, hiçbir şey değişmediysen, bu sefer neden yürüsün ki?

Barışma Yolları
Diyelim ki devam etmeye karar verdiniz. İlişkiyi nasıl yeniden canlandıracaksınız? Psikyatrist Tiara Ridgway'e göre, geri dönüş için denenen yolların çoğu partnerleri birleştirmediği gibi, tam tersine onların birbirlerinden daha çok uzaklaşmalarıyla sonuçlanır. İşte yapılan yanlışlar: ona defalarca onu ne kadar çok sevdiğinizi söylemek, parayı kullanarak veya kıskançlık krizlerine girerek onu geri dönmeye zorlamak, annesinden barışmak konusunda yardım istemek, yoluna çıkıp, sizinle neden yeniden devam etmesi gerektiğini uzun uzun anlatmak. Bu davranışların hepsi büyük birer yanlış. Sizin amacınız sağlıklı bir ilişki yaşamaksa, bunu partnerinizi zorlayarak veya ona şantaj yaparak elde edemezsiniz. Sevgiliniz sizin üstünlük sağlamanız gereken bir düşman değil, onunla savaşmaktan vazgeçmelisiniz.
Yukarıdaki davranışlar yerine, şöyle bir yol izleyebilirsiniz: Partnerinizle sakin bir yerde buluşun, birlikte bir kahve için ve onunla dürüst bir şekilde konuşun. İlişkiyi siz bitirdiyseniz, içten bir özür işe yarabilir. Onu yaraladığınızı bildiğinizi anlatmalısınız. Sorunun ne olduğunu söyleyip, onun tekrarlanmaması için neler yapabileceğinizi beraber kararlaştırmalısınız.
Sakın gözyaşlarına başvurmayın. Sürekli gözyaşlarına boğulan bir kadın seksi değildir, erkekler ağlayan kadınları sevmezler. Aşırı duygusallık ve otokontrol eksikliği olarak yorumlanabilen bu davranış, sizi mantıklı konuşmaktan uzak tutabilir çünkü duygu seli mantığınızın doğru çalışmasını engelleyebilir.
Odaklanmanız gereken nokta şu: yeniden başlayacağınız ilişki hayatınızı olumlu yönde değiştirmeli.

İkinci Raund
Tekrar ilişkiye başladıktan sonra, bıraktığınız yerden devam edebileceğinizi düşünmek büyük bir yanlış. "Yapılan yanlışları yok sayamazsınız. Verilen zararı onarmak ve kaybedilen duyguları yeniden kazanmak için sabır ve çaba gerekir. Sonuçta ayrılığınızın bir sebebi vardı, onu yok sayamazsınız" diyor psikolog Thando Sejake.
Sevgilinizin olumlu ve olumsuz yönlerini yazmak işe yarabilir. Bunu yaptıktan sonra, ilişkinizin bitmesine yol açan sebeplerin listesine yapıp, suçun ne kadarının size, ne kadarının sevgilinize ait olduğunu tespit etmeye çalışın. Yaptığınız listeleri birlikte tartışmalısınız. Sorunlar gerçekten çözüldü mü? Engeller gerçekten kaldırıldı mı? Daha önce tahammül edemediğiniz şeylere bu defa tahammül edebilecek misiniz?
Anlamanız gereken bir şey var: Eski sevgilinizle yeniden birlikte olmak, yepyeni bir ilişkiye başlamaya benzemeli. Eski hayal ve hedeflerinizi unutun. İlk defa başlıyor gibi yeni hayaller kurmalısınız. Birbirinize olan güveninizi sıfırdan inşa etmelisiniz.
Eski sevgilinizle yeniden birlikte olmaya başladıktan sonra, eski hatalarınızı tekrarlamamalısınız.

 

 

Benzer Yazılarım

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...♥ Zeynep'le Güne Merhaba ♥...

'Ve sen yine denendiginde
ve yine kalbin daraldiginda
ve yine bütün kapilar yüzüne kapandiginda
ve yine ne yapman gerektigini bilemediginde
Uzun uzun düsünve hatirla Yaradanini!
Allah kuluna kâfi degil mi?
(Zümer/36)

Konumuz Ne olsun :)