İbnü’l-Arabî’nin aşk anlayışı oldukça derindir.
Ona göre aşk, Allah’ın zâtından gelen
bir tecellidir. Ruhlar arasındaki derin sevgi ve çekim, aslında Allah’ın
zatına duyulan aşkın bir yansımasıdır. Dolayısıyla bir ruh başka bir
ruhu severse:
Bu sevgi, ezelde yaşanmış olan bir yakınlığın bu dünyada tezahürüdür.
İbnü’l-Arabî’ye
göre varlıklar, yaratılmadan önce Allah’ın ilminde “ayn-ı sâbite” adı
verilen özler olarak mevcuttur. Bunlar henüz maddî dünyada ortaya
çıkmadan önce Allah katında bir bilgi, bir hakikat olarak vardır. Bu
bağlamda:
Ruhlar yaratılmadan önce Allah’ın ilminde birbirlerini “bilirler” ve tanırlar.
Bu
bilgi maddî zamandan bağımsız, ezelî bir bilgidir. Dolayısıyla dünyaya
gelen ruhlar, aslında tanıdık olan bir varlığı yeniden tanıma duygusu
yaşarlar. Bu, dünyevi karşılaşmalarda “sanki seni yıllardır tanıyor
gibiyim” hissinin metafizik temelidir.
İbnü’l-Arabî, zamanın lineer değil dairesel olduğunu, hakikatlerin ezelî ve ebedî olduğunu savunur. Bu bakışla şu anlam çıkar:
“Ruhlar ezelde birbirini tanıdı; dünya sadece bu tanışıklığın bedenli bir sahnesidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder