Translate

6 Şubat 2020 Perşembe

Büyük İstanbul Depremi ZELZELE-İ AZİME - Sözcü Gazetesi

"İşte bugün,üzerinden tam 125 yıl geçen son büyük İstanbul depremini; 

tarihimizde “Hareket-i Arz”, “Zelzele-i Azime” ve “Zelzele-i Müthişe” diye anılan 1894 depremini anlatacağım" 

Sinan MEYDAN.


İstanbul’da 10 Temmuz 1894 Salı günü saat 12.24’te 17-18 saniyelik çok şiddetli bir deprem oldu. 
Resmi rakamlara göre İstanbul il sınırları içinde 474 kişi öldü, 482 kişi yaralandı. 
Toplam 387 dayanıklı yapı, 1087 ev, 299 dükkan hasar gördü


1894 DEPREMİ
Tarih: 10 Temmuz 1894, Salı.
Saat: 12.24.
İstanbul, çok şiddetli bir depremle sarsıldı.
Ertesi gün Moniteur Oriental Gazetesi depremi okurlarına şöyle aktardı: “Saat 12.24'te yaklaşık yarım dakika süren şiddetli yer sarsıntısı bütün kentte tarif edilemez bir paniğe yol açtı. Maalesef çok sayıda ölü ve yaralı bulunmaktadır. Her yerde çığlıklar, gözyaşları ağlamalar, sinir krizleri, bayılmalar, Tanrı'ya, Meryem'e yakarmalar duyuluyordu. Çok insan geceyi yıldızlar altında geçirdi. Bütün kentte bir dükkan bile açık kalmadı. İstanbul ve bazı vilayetlerde başlayan kolera vakası sebebi ile bitkin düşen halk, ardından meydana gelen deprem faciası ile iyice perişan olmuştur.”
Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis'in deprem raporuna göre 1894 depremi şöyle gerçekleşti: İlk olarak yeraltından gelen şiddetli bir gürültü duyuldu. Bu sırada başlayan hafif sarsıntı giderek şiddetlendi. Bu ilk sarsıntı 4-5 saniye sürdü. Sonra çok daha şiddetli ikinci bir sarsıntı gerçekleşti. 8-9 saniye süren bu sarsıntı çok büyük hasara neden oldu. İkinci sarsıntısının hemen ardından 5 saniye süren nispeten daha hafif üçüncü bir sarsıntı meydana geldi. Her üç sarsıntı toplam 17-18 saniye sürdü.
Depremin merkezi, Yeşilköy'ün 8 kilometre açıklarında güneydoğu Marmara Denizi'ydi.
Deprem sırasında çıkan gazlar, depremden sonraki üç gün içerisinde Büyükada'da denizin üzerinde 3 kilometre boyunca uzayan bulut şeklinde bir dumana neden oldu.
D. Eginitis, bu rapor dışında bir de deprem haritası hazırladı. Deprem bölgelerini, H. Kiepert haritasının üzerinde tespit etti. Buna göre Çatalca'dan Adapazarı'na, İzmit Körfezi boyunca uzanan tam 175 kilometrelik bir alan depremin merkez bölgesiydi. Depremin en çok etkilediği birinci bölgedeki yerleşim yerleri şuralardı: Adapazarı, İzmit, Gebze, Kartal, Adalar, Üsküdar, İstanbul, Büyük ve Küçükçekmece, Çatalca, Marmara Denizi'nin bir kısmı, Bozburun, Yalova, Karamürsel ve Sapanca…
Deprem sırasında deniz önce 200 metre kadar geriye çekildi, sonra büyük bir şiddetle karaya vurarak kıyıdaki tüm tekneleri, sandalları, kayıkları karaya sürükledi.
Deprem sırasında İstanbul'un değişik yerlerinde büyük yarıklar, çatlaklar, çökmeler meydana geldi. Ambarlı'da -biri 3 kilometre uzunluğunda- iki büyük yarık oluştu. Heybeliada'da Ruhban Okulu ile Ticaret Okulu arasında küçük bir yarık oluştu. Sirkeci iskelesi önünde yer uzunlamasına 42 metre yarıldı. Kınalıada'da, Burgazada'da, Ortaköy'de de yarıklar ve çatlaklar oluştu.
İstanbul ve civarındaki artçı sarsıntılar 8 Ağustos 1894'e kadar devam etti.
Depremde birçok bina yıkıldı veya ağır hasar gördü. Kapalı Çarşı, Bitpazarı, Mercan Çarşı tamamen yıkıldı. Camiler, minareler, medreseler, okullar, rıhtımlar, hanlar, dükkanlar, karakollar, evler yerle bir oldu. Binalardan çıkamayan yüzlerce kişi enkaz altında kaldı. Fatih, Beşiktaş, Ortaköy, Sultanahmet, Aksaray, Edirnekapı, Topkapı, Balat, Bakırköy, Silivrikapı'da hasar çok büyüktü. Resmi rakamlara göre İstanbul il sınırları içinde 474 kişi öldü, 482 kişi yaralandı. Toplam 387 dayanıklı yapı, 1087 ev ile 299 dükkân hasar gördü.
1894 İstanbul depremi su kuyularına, su bentlerine ve su kemerlerine de zarar verdi. İstanbul'da temiz su sıkıntısı baş gösterdi.
Deprem sırasında telgraf hatları koptu. Telgraf ve Posta Nezareti'nin sevk ve haberleşme merkez odaları harap oldu. Bu nedenle İstanbul'un çevresindeki kazalarda ve köylerde neler olup bittiği bir süre öğrenilemedi. Deprem sırasında Çanakkale, Bozcaada ve Sakız arasındaki telgraf haberleşmesi kesildi. Denizaltı telgraf kablosunun Kartal'dan 3 mil açıkta koptuğu belirlendi. İzmir ve Selanik ile yalnız Odesa hattı ile haberleşilebildi.
125 yıl sonra değişen hiçbir şey yok! 2019'da, geçtiğimiz hafta, yıkıcı olmayan bir İstanbul depreminde GSM operatörleri sus pus oldu.
125 yıldır değişmeyen şeylerden biri de komplo teorileri. Malum! Bugün “depremleri Amerika'nın yaptığını” iddia edenler var. O gün de 1894 depremini, daha önce Marmara Denizi'nde sondaj çalışmaları yapan Rus ve Amerikalı mühendislerin yaptığını iddia edenler olmuştu.
1894 depremi sonrasında Amerika'dan Fransa'ya, Almanya'dan Belçika'ya kadar birçok yabancı ülke İstanbul depremzedelerine yardım gönderdi.
II. Abdülhamit'in depremle imtihanı: Tüm Müslümanlar abdestli gezecek!
1894 depremi sırasında Yıldız Sarayı'nın zemin katındaki çalışma odasında Derviş Paşa ile görüşen II. Abdülhamit, odadan bahçeye çıktı.
O akşam saraylıların ve saray çalışanlarının konaklaması için bahçeye çadırlar kuruldu. Fakat padişah, geceyi odasında geçirdi.
II. Abdülhamit, depremden sonra Yıldız Sarayı'nda ezan ve Zilzal Suresi'ni okuttu. Bütün Müslümanların daima abdestli gezmelerini, dini vecibelerini yerine getirmelerini, tövbe etmelerini ve yeni depremler olmaması için dua etmelerini istedi. Padişahın emriyle bir aydan fazla bir süre Kur'an-ı Kerim okutuldu ve Allah'tan af dilenildi.
II. Abdülhamit, Hicaz valisinden de Haremeyn-i Şerifeyn'de, İstanbul'da deprem ve koleranın son bulması için dualar okutmasını istedi. Bunun üzerine Medine-i Münevvere'de din adamları, seyit ve eşraftan bazı kimseler İstanbul'un kolera ve depremden kurtulması için dua ettiler. İstanbul'daki bazı tekke ve dergahlarda ve taşradaki cami ve mescitlerde de felaketin son bulması için dua ve niyazda bulunuldu. Kiliselerde de dualar edildi.
Depremden hemen sonra II. Abdülhamit;
 “Şehremaneti”, “Sıhhiye” ve “Zaptiye Nezareti”ni harekete geçirerek yaralıların hemen tedavi edilmesini, arama kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmalarına başlanmasını, sokakta kalanlar için çadırlar kurulmasını, fırınlardan bol miktarda ekmek dağıtılmasını, ihtiyacı olanlara yardım edilmesini emretti. Bir yardım komisyonu oluşturdu. Yardım edenlere madalya verdi.
Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis'i davet edip bir deprem raporu hazırlattı. Deprem sonrasında İstanbul Rasathanesi'ne Avrupa'dan bazı aletler satın aldırdı.
Bugünkü depremleri, yöneticilerin “dinsizliğine”, “imansızlığına” bağlayanlar, II. Abdülhamit dönemindeki büyük İstanbul depremini ve o depremde onca caminin yıkılmasını neye bağlayacaklar acaba?
D. Eginitis'in deprem raporu: Kötü zemindeki kötü ve eski binalar yıkıldı
1894 İstanbul depreminden sonra Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis ile İstanbul Rasathanesi Müdürü Coumbary ve yardımcısı Emile Lacoine bir deprem raporu hazırladılar.
15 Ağustos 1894'te II. Abdülhamit'e sunulan raporun bazı bölümleri şöyle:
“İstanbul'daki bu deprem çok büyük hasar yapmış, zarar görmeyen bina kalmamıştır. Depremin şiddeti Heybeliada ve Kınalıada'da daha fazladır. Burada Ruhban Mektebi yıkılmıştır. İnsanlar günlerce baraka ve çadırlarda yaşamışlardır. Arazinin durumu hasarın büyüklüğünde etkili olmuştur. Örneğin Katırlı Köyü'nün yarısı çamurdan oluşan arazi üzerinde kurulduğundan büyük hasar olmuş, diğer yarısı ise dayanıklı arazide olduğundan hasar olmamıştır. Yine Yalova'da kurulan bir çiftliğin binaları kumlu arazide olduğundan yıkılmış, diğer taraflar sağlam kalmıştır. Binalarda kullanılan malzemenin iyi olmaması, binaların eskiliği ve hepsinin merkezde olması İstanbul'da ve köylerde zararın artmasına nedendir. Yapılan incelemeler sonucu ahşap binaların ve iyi yapılan tuğladan ve demir ile bağlanan binaların depreme dayandıkları saptanmıştır.”
Görüldüğü gibi 1894 İstanbul depreminde bozuk zemindeki, kötü ve eski binalar yıkılırken sağlam zemindeki, iyi yapılmış binalar ayakta kalmıştı. Aradan 105 yıl geçti. İstanbul'u da etkileyen 17 Ağustos 1999 depreminde yine bozuk zemindeki, kötü ve eski binalar yıkıldı, sağlam zemindeki iyi binalar ayakta kaldı.
Osmanlı döneminde İstanbul'u etkileyen son büyük deprem 9 Ağustos 1912'de Şarköy Mürefte'de meydana geldi. 7.3 şiddetindeki bu deprem ağır hasara yol açtı. İstanbul, Cumhuriyet döneminde de 4 Ocak 1935'te ve 18 Eylül 1964'te 6.4 şiddetinde iki büyük depremle sarsıldı.
Demem o ki, 
1894'teki son büyük İstanbul depreminin üstünden tam 125 yıl geçti. Ve biz neredeyse hiç ders almadan yeni bir büyük İstanbul depremi bekliyoruz.
———————————————–
Kaynaklar:
1- Sema Küçükalioğlu Özkılıç, 1894 Depremi ve İstanbul, İstanbul, 2015.
2- Hamiyet Sezer, “1894 İstanbul Depremi Hakkında Bir Rapor Üzerine İnceleme”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S.18, C.29, Ankara, 1997, s. 169-198.
3- Fatma Ürekli, İstanbul'da 1894 Depremi, İstanbul, 1999.
4- Mesude Çorbacıoğlu, “1894 Zelzelesi Hakkında Rapor”, Hayat Tarih, S.9, İstanbul, 1976, s.58-62.


BEN TAMAMINI OKUYUNCA ÇOK ETKİLENDİM;
DETAYLI OKUMANIZI RİCA EDİYORUM 

3 Şubat 2020 Pazartesi

Tahinli Tarçınlı Muhteşem bir KEK yapalım mı?

Kek kalıbını yağlayıp içine susam sererek de tercih edebilirsiniz ...


ama çocuklara çikolatalı yapıp, tahin yedirdiğim çok oluyor :)

Malzemeler

  • 3 adet yumurta
  • 1 buçuk su bardağı toz şeker
  • 125ml 1 büyük çay bardağı tahin
  • 2 paket kabartma tozu
  • 1 su bardağından bir parmak eksik sıvı yağ
  • 1 su bardağı süt
  • 1 paket vanilya
  • 2 su bardağı elenmiş un
  • Yarım çay kaşığı tarçın
  • 1-2 damla limon suyu


Hazırlanışı

  1. Kekin klasik baş adımı yumurta ve şekeri iyice çırpıyorsunuz,
  2. Süt, tahin ve sıvı yağı, ekleyip çok kısa çırptıktan sonra 
  3. vanilya – kabartma tozu ve tarçını ekleyerek karıştırmaya devam ediyorsunuz.
  4. Unu ilave ettiğimizde akışkan ve çok katı olmayan tam kek kıvamında olması gerekiyor 
  5. (bazen kullanılan bardak/kaşık ölçüleri farklı kullanıyorsunuz :)))
     
  6. Tarifimiz normal şartlarda sadece bu kadar ve çok lezzetli. 
  7. Kalıbınızın içini yağlayıp susam serpince çok farklı ve yakışan bir görseli oluyor.
  8. Ama mevzu 15 tatilde çocuklarla aktivite olunca,
    içine kakao katıp! çikolatalı sevdikleri için tahini de afiyetle yediririz biz anneler :)
  9. 160 derecede pişirebilirisiniz, sevgiler, afiyet, bal, şeker olsun   

22 Ocak 2020 Çarşamba

96 YAŞINDAKİ KADININ SATIŞA ÇIKARDIĞI TORONTO'da 72 YILLIK MUHTEŞEM EV

96 yaşındaki bir kadının, Batı Toronto’da satışa sunulan evini görünce herkes hayran kaldı.

Dışarıdan alıcı gözüyle baktığınızda, sıradan bir evmiş gibi düşünebilirsiniz, 

hatta cazip gelen herhangi bir tarafı da olmayabilir. Ya İÇİ ?

70 yıldır tadilat görmeden tertemiz korunmuş bir müze mi dersiniz bir masal evi mi?

TAM 70 YIL

Ev sahibi yaşlı kadın Joyce, evini görüp fiyat vermeleri için Carla ve Gladys’i aradığında, emlakçıların gözünün önüne gelen manzara tam olarak demode ve yıkık dökük bir evdi.

 Eve girmeden önce restorasyon ekibini bile aramaya kalkabilirsiniz. 

Oysaki kapının eşiğinden adımınızı attığınız anda k-anınızı dondurarak sizi şaşkına çeviren klasik bir güzelliğin içinde kendinizi kaybedeceksiniz. 

İşte tüm ön yargılarınızı rafa kaldırmanın tam sırası!


 Bir gün, Spizzirri kardeşlerin ofisindeki telefon çaldı. 
Carla telefona cevap verdiğinde garip bir sesle karşılaştı. 
Telefonun ucundaki kişi ise Joyce’du. Carla’ya göre Joyce diğerleri gibi yalnızca potansiyel bir satıcıydı ve mülkiyeti için O’na en iyi fiyatı alacağına dair güvence vermeye çalıştı. 
Carla özgüvenli ve soğukk-anlı kalmak için çabaladı çünkü onlar çoğu satıcı tarafından sonsuz güven duyulan, rakipsiz emlakçılardı. 
Halbuki Joyce, onlar için alışılmışın dışındaydı. Carla, Joyce’un sesindeki tereddüdü fark edip paniğe kapılmaya başladı. Yaşlı k-adın eviyle ilgili beklentisini söylediğinde, Carla oturduğu sandalyeden düşmemek için kendini zor tuttu.


Yıllarca yalnız yaşayan yaşlı birinin evi elbette bakımsız, kirli, kokuşmuş, el değmemiş eşyalarla dolu, tozlu duvarlarla kaplı ve hatta satışa hiç de uygun olmayan durumda bile olabilir… 
Joyce, evini satmanın O’nun için ne kadar zor bir karar olduğunu açıkladığında, Carla duydukları karşısında bir kez daha şoka girdi


Emlakçı kardeşlere evin içinde yetmiş yıldan fazladır hiçbir şekilde tadilat yapılmadığı söylendiğinde, 
akıllarını kaçırmamak için soğukkanlı olmaya çalıştılar, çünkü o yaştaki bir k-adının evine yetmiş yıl hiç el değmemesi demek; 
tam bir kaosa ve evin yaşanamayacak hale dönüşmesi anlamına geliyordu. 
Evin içinin bozulmadığı söylense de, tecrübeleri emlak kraliçelerinin gözünde 96 yaşındaki bir kadının 
hiçbir tadilat ve bakım olmadan evini yepyeni tutma ihtimali yok denecek kadar azdı. 
Oysaki bu sıradan görünümlü evin içinde onları neyin beklediğini kesinlikle bilmiyorlardı.

Elbette, 96 yaşındaki bir kadının, 
yaşamı boyunca biriktirdiği kir, karışıklık, düzensizlik ve binlerce gereksiz eşyayla evini kusursuz bir durumda tutmasına pek imkan yoktu. 
Muhtemelen bu ev için ciddi bir tadilata ihtiyaçları olacaktı; ancak hala onları neyin beklediği hakkında hiçbir fikirleri yoktu. 

Joyce’un evi Jane Street’te, Toronto’nun Eski Değirmen mahallesindeydi. 
Carla, bu bölgede varlıklı sakinlerin yaşadığını ve butik oteller gibi üst düzey işletmelerin olduğunu biliyordu. 
Burada evler diğer yerlere nispeten daha hızlı ve fevkalade bir fiyata satılıyordu.


Hesaplamalarına göre, bu bölgedeki konutların değeri 968 bin doların bile üzerindeydi! 
Kulağa hiç şüphesiz ki oldukça hoş bir kazanç gibi geliyordu; ancak tahminleri uykularını kaçırmaya başlamıştı bile. 
Ne kadar motive olmaya çalışsalar da kendilerini en kötü senaryoya hazırlıyorlardı. 
Derken, ortaya yeni bir problem çıktı! 
Şüphesiz ki yetmiş yıldan fazladır yaşadığı yere ‘elveda’ demek hiç de kolay bir karar değildi. 
Joyce, adeta ömrünü geçirdiği bu eve veda etme fikriyle yoğun bir mücadele halindeydi ve evi satmaktan vazgeçmek üzereydi. 
İlk iş olarak Joyce’u evini görmelerine izin verme konusunda ikna etmek zorundaydılar.
 .
.
Sonra Ne mi oldu!!!
Eve Kanada’nın dört bir yanından iç mimarlar resmen akın etti. 
Herkes bu tuğla mülkün içinde ne saklandığını görmek için sıraya dizilmişti. 
Mimarlar Joyce’un parlak renklerden kaçındığını ve muhteşem uyumlu tonlar tercih ettiğini gözlemledi. 
Renklerin dansının yanı sıra, ev metalik duvar kağıtlarıyla kaplıydı ve altın mobilyalarla doluydu; 
ancak tüm tasarımlar arasında çiçek desenlerini sıklıkla kullandığı ve çok sevdiği belliydi. 

henüz 24 yaşındayken bu evde yaşamaya başlamıştı ve o günden bu yana, moda konusunda ciddi gelişmeler olmuştu. 
Tasarımla harcadığı uzun yıllardan sonra hiç kimse evin bugün nasıl göründüğünü tahmin bile edemezdi. 
İstediği gibi bir konut arayan alıcı için, evin iyi bir konumda olmasının yanı sıra içinin eksiksiz bir şekilde döşenmiş olması her zaman avantajdır, çünkü yeni ev sahibi çantasını alıp eve direk yerleşebilir. Joyce’un evi içinse durum biraz farklıydı. 
Evin her bir metrekaresi 40’lı yıllardan kalan antik eşyalarla dolu, muhteşem bir iç tasarım stiline sahipti; zarif ve iyi muhafaza edilerek de görenleri büyülüyordu. 
Ne yazık ki, acı gerçek şuydu; Joyce’un mobilyalarının tamamı bu evde bırakılmayacaktı; ev sigortasının olup olmadığı konusunda da şüpheler hala devam ediyordu.


Joyce, evini satacağı için ifade edilemez bir üzüntü yaşıyordu; 
ama eşyalarını evle birlikte satmayacağı için nispeten rahattı. 
Neyse ki, tüm o gösterişli ve paha biçilemez parçalar k-ı-zına miras kalacaktı. 
Joyce, bu eşyalara gerçekten iyi bakabilecek birinin olması gerektiğini ve bunu yapabilecek tek kişinin de k-ızı olduğunu biliyordu. 
Evdeki bütün eşyaların, mobilyaların, antikaların 70 yıldır bu kadar özenle korunabilmesi akıllara durgunluk veriyordu. 
Joyce, kendi evinin tasarımcısı olarak çok şanslıydı çünkü yapılan dekorasyonda yalnız değildi. 
Tüm ailesi bu evi güzelleştirmek ve baştan yaratmak için seferber olmuştu. 
Mobilyalardan duvardaki perdelere ve yataklardaki çarşaflara kadar hepsi Joyce’un yaratıcı fikirlerinin ürünüydü. 
Neyse ki, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ve ekonominin canlanmasıyla birlikte çok daha fazlasını yapabildiler. 
Elbette evin içindeki bu efsane değişiklikler yapıldıktan sonra evin sigorta ücreti de artmış olsaydı hiç şaşırmazdık.



 




 


 

 

13 Ocak 2020 Pazartesi

Grip & Soğukalgınlığı için Kış Bitki Çayı

Grip İçin Şifa Kış Çayı 

Ihlamur Limon Tarçın Ayva Kabuğu Ada Çayı Ceviz Perdesi Elma

1 Avuç Ihlamur : Soğuk havalardan kaynaklı grip ve nezleye iyi gelir, öksürüğü keser!

2 dilim Limon : Yüksek oranda C vitamini içeren bir antibiyotiktir, ateşi düşürür, bağışıklık sistemini güçlendirir.

1 Çubuk Tarçın : Mikrop önleyici/ semptonları temizleyici olarak kullanılmaktadır.

1 Tutam Ada Çayı : Balgam söktürücü, vücudu terleten bir yapıya sahip olduğu için toksin atıcı işleve sahiptir.

5-6 Adet Ayva Kabuğu : O kadar çok şifası varki araştırın bir :) artık yediğim ayva kabuklarını atmıyorum kurutuyorum.

2 Adet Ceviz İçi Perdesi : Öksürüğe balgam söktürücü, kanı temizliyor, kurt düşürücü etkiye sahiptir.

1 Dilim Yeşil Elma : İnce dilim :) Evde bu sefer yoktu ama ilave edin, kilo verdirir, antioksidan kaynağıdır kanseri önleyebilir etkiye sahiptir.

 

  1. En alta Ayva – Tarçın – ceviz ve adaçayı kabuklarını yerleştiriyorum, 
  2. üzerine bol ıhlamur çiçeklerini. 
  3. Limonu ve yeşil elmayı güzelce yıkayıp ikişer dilim halinde yerleştiriyorum.
  4. Az ateşte soğuk suyla demlemeye koyuyorum 15 dk. sonra kaynayınca güzelce kapatıyorum 
  5. 15dk. dinleniyor. sonra afiyetle içebilirsiniz
  6. Bu çayı özellikle 2 akşamda bir hazırlayıp içerseniz hasta olmadan önce şifa kaynağıdır. 
  7. Biraz ekşi bir aromaya sahiptir ama tavsiye ediyorum, bu havalarda bire bir.

 

9 Ocak 2020 Perşembe

Patatesli Açma – Puf Puf Yumuşacık Anne Tarifi

Oğlumun okula yanına koymak için genelde akşam yapıyor annem :)Tadı kıvamı muhteşemdir...
Gün ışığı olmadığından, akşamları çektiğim resimlerim biraz koyu oluyor :(

 

Malzemeler

  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 su bardağı sıvı yağ
  • 1 su bardağı sade soda (soğuk olmasın oda sıcaklığında)
  • 1 paket yaş pakmaya
  • 1 yumurta ( beyazı içine sarısını üzerine kullanıyoruz)
  • 2 tatlı kaşığı tuz
  • 4 tatlı kaşığı toz şeker
  • 4 – 5 bardak un (yumuşak bir hamur olucak doğaçlama katıyorum açıkçası ölçüm biraz el kararı)
İç harcı için :
  • 3-4 Adet büyük haşlanmış patates
  • Maydanoz

Üzeri için : Çörekotu, susam







Hazırlanışı

  1. Pakmayayı, şeker ve süt ile karıştırıp 5 dakika bekletiyoruz.
  2. Maya biraz kabardıktan sonra maden suyu ve sıvı yağ ile karıştırıyoruz.
  3. Sonra içine yumurta beyazı, tuz ilave ediyoruz.
  4. Yumuşak bir hamur kıvamı istiyorum hanımlar, azar azar unu ilave edip yoğurun hamurunuzu şimdi.
  5. Hamurun üzerini bir bezle kapatıp 1-2 saat kadar mayalanmaya bırakıyoruz. (püf noktası !)
  6. Önceden haşladığımız patatesleri hazırlayalım bu sırada, soyup, ezip, içine maydanozu kıyın, 2 kaşık sıvı yağ ekleyelim.
  7. Mayalanan hamurumuzu hazırlayalım şimdi: mandalina büyüklüğünde koparıp tezgahta düzleştiriyoruz. içine bıçakla çizgiler kesince dışarıya fırlıyor iç harcı görüntü açısından bu şekli tercih ediyorum, sonra rulo sarıp düğüm atar gibi simit şekli veriyoruz.
  8. Yağlı kağıt üzerine dizerek, üzerini susam ve çörek otuyla süsleyebilirsiniz. Artık önceden ısıtılmış 160-170 derece fırınımıza atabiliriz.
  9. Yıllardır Yiyen herkes çok seviyor, afiyet bal şeker olsun.   




3 Ocak 2020 Cuma

GÜLÜMSE :) Sana Çok Yakışıyor ...



Sebepsiz yere gün içinde gülmenizin 

veya mutlu insanlarla birlikte olmanızın 

beyniniz üzerindeki pozitif kimyasal etkilerini biliyor musunuz? .


24 Aralık 2019 Salı

BIRAKIN PERDELER AÇIK KALSIN


Yaşlı hanım hastamız “İstemiyorum. 

Perdelerin kapanmasını istemiyorum. 

Pencere bahçeye bakıyor, üstelik 4. kattayız. 
Kimsenin içeriyi göreceği yok. Lütfen perdeleri kapatmayın” diye söyleniyordu.

O gece yattığı koğuştaki diğer hastalar perdeleri kapattırmadığı için servis hemşiremizden yardım istemiş,
hastamızı ikna edemeyen hemşiremiz de sorunu bana iletmişti.
 Odadaki diğer iki hasta pencere kenarında yatmakta olan hastamızın perdelerin kapanmaması yönündeki ısrarını anlamamış:(
biraz da öfkelenmişti.
Odaya neden girdiğimi anlayan hastamız ağzımı açmadan
“perdelerin kapanmasını istemiyorum, lütfen ısrar etmeyin” diyerek karşılamıştı beni.
İkna olacak gibi görünmüyordu.
Yatağının kenarına oturup sakinleştirmeye çalıştım.
 Odadaki diğer hastaların isteğini de ileri sürerek hiç olmazsa tül perdeyi çekmeye razı ettim.
Pek içine sinmemişti ama oyunun kuralına göre oynanması gerektiğinin de farkındaydı.
Odada gerginlik sürüyordu.
Yanlarında kalıp konuşturup sakinleştirmeyi düşündüm.
Hastamızın ziyarete gelen çocukları ve torunları olduğunu hatırlayıp, onları sordum.
Özellikle torunlarından söz etmeye başlayınca yumuşadığını, yüzünün güldüğünü fark ettim.
Oğlu ve kızının çok çalıştığından, kendi çocukları ile ilgilenmeye zaman kalmadığından yakındı.
- Evde herkes çalışıyor. Büyük torunum okuldan eve geldiğinde karşılayan kimse olmuyor.
O kocaman evde tek başına ne bulursa onunla karnını doyurup televizyonun karşısına oturuyor. Garibimin önüne sıcak yemek koyup sırtını sıvazlayacak, saçını okşayacak biri bile yok yanında.
“Ama modern hayat hep böyle. Hayat hızlı ve herkes meşgul, ne yapacaksınız?
Bütün büyük kentlerde bu sorunlar yaşanıyor sanırım” diye üsteledim.
Omuzlarını silkti. Doğrulup yastığını düzeltti.
Sonra yine o öfkeli gözlerle baktı.
- Modern hayatmış, sevsinler. İnsanı yalnız bırakan, başkalarından uzaklaştırıp içine kapanmasına yol açan modernliği ne yapayım?
Herkes yalnız, çocuklar bile yalnız görmüyor musunuz?
Kimse kimsenin derdini bilmiyor, bilse bile kulağının üstüne yatıp görmezden geliyor.
Anlatmaya çalışsan yaşama telaşından kimsenin durup dinlediği de yok.
- Nasıl bir yalnızlık bu sözünü ettiğiniz?
Her ne kadar konu ilgimi çekse de gerçekte, hastamızı biraz daha konuşturup sakinleştirmeyi
ve böylece odadaki gergin havanın bir ölçüde giderilmesini amaçlamıştım.
- Doktor bey oğlum, yıllar içinde azar azar öyle şeyleri yitirdi ki insanlar,
evlerine kapandıkları yetmedi, şimdilerde kendilerine de kapanmalarını bekliyorlar.

Sonra çocukluğunu, insanların bahçeli konu komşunun birbirini görebildiği evlerde yaşadığı yılları anlattı.
Konu odadaki diğer hastaların da ilgisini çekmiş, az önceki hırlaşmayı unutup hastamıza kulak kabartmışlardı.
- Önce bahçeler otopark oldu.
Apartman hayatı, modern yaşam dedik bahçenin çamurundan kurtulduk diye kandırdık kendimizi. Herkes evlerine çekildi.
Kimse kimseyi görmez, duymaz oldu.
- Peki sonra?
- Sonra sıra balkonlara geldi. Balkonları kapatıp eve kattılar. İşyerleri de balkonsuz oldu.
Dışarının tozundan kirinden kurtulduk diye kandırdık yine kendimizi.
Konu komşuya, gökyüzüne, dünyaya açılan balkonlar da gitti elimizden.
Yetmedi sıra pencerelere geldi. Tül perdeydi, güneşlikti, kalın perdeydi derken pencereler de örtüldü.
Jalûzi, panjur stor derken pencereler kapandı.
Onca para döktüğümüz perdelerimize bakıp “ne güzel oldu” diye avunduk.
Güneş görmeyen, gün ışığı gibi yanan lambalarla aydınlatılan işyerlerine, evlere kavuştuk.
Her şey yavaş yavaş oldu.
Modernleşiyoruz diye tüm bunları sineye çektik.
- Peki ya şimdi?
- Görmüyor musunuz?
Herkes içine kapandı.
Bahçesi balkonu olmayan pencereleri örtülü o çok modern evlerde dışarıyla tek bağlantısı televizyon olan insanlara dönüştük.
Gerçi biraz daha okumuş olanların internet ve cep telefonları da var ama yalnızlık aynı yalnızlık.
İnsanları içine kapatıp yalnızlaştırdılar.
Şimdi sadece bakmaları istenen yöne,
televizyona bakıp orada izledikleri dünya ile yetinmelerini orada yaşayıp tüketmelerini, sadece tüketmelerini bekliyorlar.
Dedim ya modernlikmiş, sevsinler…
Odadaki hastalardan biri televizyonun sesini önce kıstı, sonra da kapattı.
Diğer hastamız dayanamayıp “Durum bu kadar mı kötü?” diye sordu.
Bizimki gülümsedi duvarda asılı olan manzara resmini gösterdi.
- Kimileri durumun farkında.
Duvarlarına resimler asıp ara sıra da olsa başka yöne bakmayı, resimlerin içine dalıp hayaller kurmayı veya kitap okuyarak kendini avutmayı başarabiliyor.
Ama ben çocuklar için, torunlarım için kaygılıyım.
Hangi çocuk gökyüzündeki bulutlarla !
veya oyun oynadığı halının üstündeki desenlerle hayaller kurmamış, oyunlar oynamamıştır?
Öyle bir kapandık ki hayata, şimdi ne o halılar var, ne de çocuklarımızın görebileceği gökyüzü.
Varsa yoksa televizyon, tablet,bilgisayarlar.
Her şey hazır, hayaller bile.
Hayal kurmayı bile çok görüyoruz, çocuklara.
Eliyle pencereyi gösterip “Bu yüzden istiyorum, penceremi.
Hastane odasında bile olsa pencere örtülmesin, perdeler açık kalsın istiyorum.
Gökyüzümü kaptırmayacağım bu yamyamlara” dedi.
Bu sözlerden sonra başucundan kitabını ve gözlüğünü aldı.
Odada az önceki gerginlikten eser kalmamıştı.
İzin isteyip yanlarından ayrıldım.
Ertesi sabah
ve daha sonraki günlerde o odanın tüm perdelerinin açık olduğu dikkatimizden kaçmadı.



Üstelik hastamızın taburcu olmasına

ve aradan geçen onca zamana karşın hiçbirimizin eli gitmedi o perdeleri kapatmaya.

🙏🙏💖💖
Dr. Mehmet Uhri ~☆☆

Benzer Yazılarım

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...♥ Zeynep'le Güne Merhaba ♥...

'Ve sen yine denendiginde
ve yine kalbin daraldiginda
ve yine bütün kapilar yüzüne kapandiginda
ve yine ne yapman gerektigini bilemediginde
Uzun uzun düsünve hatirla Yaradanini!
Allah kuluna kâfi degil mi?
(Zümer/36)

Konumuz Ne olsun :)