96 yaşındaki bir kadının, Batı Toronto’da satışa sunulan evini görünce herkes hayran kaldı.
Dışarıdan alıcı gözüyle
baktığınızda, sıradan bir evmiş gibi düşünebilirsiniz,
hatta cazip gelen
herhangi bir tarafı da olmayabilir. Ya İÇİ ?
70 yıldır tadilat görmeden tertemiz korunmuş bir müze mi dersiniz bir masal evi mi?
TAM 70 YIL
Ev sahibi yaşlı kadın Joyce, evini görüp fiyat vermeleri için Carla ve
Gladys’i aradığında, emlakçıların gözünün önüne gelen manzara tam olarak
demode ve yıkık dökük bir evdi.
Eve girmeden önce restorasyon ekibini bile aramaya kalkabilirsiniz.
Oysaki kapının eşiğinden adımınızı attığınız anda k-anınızı dondurarak
sizi şaşkına çeviren klasik bir güzelliğin içinde kendinizi
kaybedeceksiniz.
İşte tüm ön yargılarınızı rafa kaldırmanın tam sırası!
Bir gün, Spizzirri kardeşlerin ofisindeki telefon çaldı.
Carla telefona
cevap verdiğinde garip bir sesle karşılaştı.
Telefonun ucundaki kişi ise
Joyce’du. Carla’ya göre Joyce diğerleri gibi yalnızca potansiyel bir
satıcıydı ve mülkiyeti için O’na en iyi fiyatı alacağına dair güvence
vermeye çalıştı.
Carla özgüvenli ve soğukk-anlı kalmak için çabaladı
çünkü onlar çoğu satıcı tarafından sonsuz güven duyulan, rakipsiz
emlakçılardı.
Halbuki Joyce, onlar için alışılmışın dışındaydı. Carla,
Joyce’un sesindeki tereddüdü fark edip paniğe kapılmaya başladı. Yaşlı
k-adın eviyle ilgili beklentisini söylediğinde, Carla oturduğu
sandalyeden düşmemek için kendini zor tuttu.
Yıllarca yalnız yaşayan yaşlı birinin evi elbette bakımsız, kirli,
kokuşmuş, el değmemiş eşyalarla dolu, tozlu duvarlarla kaplı ve hatta
satışa hiç de uygun olmayan durumda bile olabilir…
Joyce, evini satmanın
O’nun için ne kadar zor bir karar olduğunu açıkladığında, Carla
duydukları karşısında bir kez daha şoka girdi
Emlakçı kardeşlere evin içinde yetmiş yıldan fazladır hiçbir şekilde
tadilat yapılmadığı söylendiğinde,
akıllarını kaçırmamak için soğukkanlı
olmaya çalıştılar, çünkü o yaştaki bir k-adının evine yetmiş yıl hiç el
değmemesi demek;
tam bir kaosa ve evin yaşanamayacak hale dönüşmesi
anlamına geliyordu.
Evin içinin bozulmadığı söylense de, tecrübeleri
emlak kraliçelerinin gözünde 96 yaşındaki bir kadının
hiçbir tadilat ve
bakım olmadan evini yepyeni tutma ihtimali yok denecek kadar azdı.
Oysaki bu sıradan görünümlü evin içinde onları neyin beklediğini
kesinlikle bilmiyorlardı.
Elbette, 96 yaşındaki bir kadının,
yaşamı boyunca biriktirdiği
kir, karışıklık, düzensizlik ve binlerce gereksiz eşyayla evini
kusursuz bir durumda tutmasına pek imkan yoktu.
Muhtemelen bu ev için
ciddi bir tadilata ihtiyaçları olacaktı; ancak hala onları neyin
beklediği hakkında hiçbir fikirleri yoktu.
Joyce’un evi Jane Street’te, Toronto’nun Eski Değirmen mahallesindeydi.
Carla, bu bölgede varlıklı sakinlerin yaşadığını ve butik oteller gibi
üst düzey işletmelerin olduğunu biliyordu.
Burada evler diğer yerlere
nispeten daha hızlı ve fevkalade bir fiyata satılıyordu.
Hesaplamalarına göre, bu bölgedeki konutların değeri 968 bin doların
bile üzerindeydi!
Kulağa hiç şüphesiz ki oldukça hoş bir kazanç gibi
geliyordu; ancak tahminleri uykularını kaçırmaya başlamıştı bile.
Ne
kadar motive olmaya çalışsalar da kendilerini en kötü senaryoya
hazırlıyorlardı.
Derken, ortaya yeni bir problem çıktı!
Şüphesiz ki yetmiş yıldan fazladır yaşadığı yere ‘elveda’ demek hiç de
kolay bir karar değildi.
Joyce, adeta ömrünü geçirdiği bu eve veda etme
fikriyle yoğun bir mücadele halindeydi ve evi satmaktan vazgeçmek
üzereydi.
İlk iş olarak Joyce’u evini görmelerine izin verme konusunda ikna etmek zorundaydılar.
.
.
Sonra Ne mi oldu!!!
Eve Kanada’nın dört bir yanından iç mimarlar resmen akın etti.
Herkes bu
tuğla mülkün içinde ne saklandığını görmek için sıraya dizilmişti.
Mimarlar Joyce’un parlak renklerden kaçındığını ve muhteşem uyumlu
tonlar tercih ettiğini gözlemledi.
Renklerin dansının yanı sıra, ev
metalik duvar kağıtlarıyla kaplıydı ve altın mobilyalarla doluydu;
ancak
tüm tasarımlar arasında çiçek desenlerini sıklıkla kullandığı ve çok
sevdiği belliydi.
henüz 24 yaşındayken bu evde yaşamaya başlamıştı ve o günden bu yana,
moda konusunda ciddi gelişmeler olmuştu.
Tasarımla harcadığı uzun
yıllardan sonra hiç kimse evin bugün nasıl göründüğünü tahmin bile
edemezdi.
İstediği gibi bir konut arayan alıcı için, evin iyi bir
konumda olmasının yanı sıra içinin eksiksiz bir şekilde döşenmiş olması
her zaman avantajdır, çünkü yeni ev sahibi çantasını alıp eve direk
yerleşebilir. Joyce’un evi içinse durum biraz farklıydı.
Evin her bir
metrekaresi 40’lı yıllardan kalan antik eşyalarla dolu, muhteşem bir iç
tasarım stiline sahipti; zarif ve iyi muhafaza edilerek de görenleri
büyülüyordu.
Ne yazık ki, acı gerçek şuydu; Joyce’un mobilyalarının
tamamı bu evde bırakılmayacaktı; ev sigortasının olup olmadığı konusunda
da şüpheler hala devam ediyordu.
Joyce, evini satacağı için ifade edilemez bir üzüntü yaşıyordu;
ama
eşyalarını evle birlikte satmayacağı için nispeten rahattı.
Neyse ki,
tüm o gösterişli ve paha biçilemez parçalar k-ı-zına miras kalacaktı.
Joyce, bu eşyalara gerçekten iyi bakabilecek birinin olması gerektiğini
ve bunu yapabilecek tek kişinin de k-ızı olduğunu biliyordu.
Evdeki
bütün eşyaların, mobilyaların, antikaların 70 yıldır bu kadar özenle
korunabilmesi akıllara durgunluk veriyordu.
Joyce, kendi evinin
tasarımcısı olarak çok şanslıydı çünkü yapılan dekorasyonda yalnız
değildi.
Tüm ailesi bu evi güzelleştirmek ve baştan yaratmak için
seferber olmuştu.
Mobilyalardan duvardaki perdelere ve yataklardaki
çarşaflara kadar hepsi Joyce’un yaratıcı fikirlerinin ürünüydü.
Neyse
ki, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ve ekonominin canlanmasıyla
birlikte çok daha fazlasını yapabildiler.
Elbette evin içindeki bu
efsane değişiklikler yapıldıktan sonra evin sigorta ücreti de artmış
olsaydı hiç şaşırmazdık.